Sabahları hep erken kalkarım. Önce çocukları okula , kendimi işe yetiştirme telaşıylaydı bu. Emekli olduktan sonra baktım ki bir alışkanlığa dönüşmüş. Geç saate kadar uyuduğum sabahlarda içimde hep bir günü kaçırmışlık duygusu oluyor ve bu akşama kadar sürüyor, o gün bana yetmiyor.Bugün de günlerden Pazar olmasına rağmen yediyi çeyrek geçe gözümü açtım. Erken saatte işim olmadığı için uyumayı denedim ama başaramayınca kalktım. Mutfağıma girip bilgisayarımı açarken gözüm takvime ilişti. 20.Aralık.2009. Bir yılı daha bitirmeme sadece 10 gün kalmış.Birden daha önce bitirdiğim her şey aklıma geldi. Bitirdiğim yıllar, bitirdiğim tatiller, bitirdiğim işler, evler ,şehirler, bitirdiğim, arkadaşlıklar ve tabii ki bitirdiğim aşklar. Sonra birden bitirmenin aslında ne kadar güzel ve rahatlatıcı bir şey olduğunu fark ettim. Çünkü bir de bütün bu bitirdiklerimizin yanında bitiremediklerimiz var. Aslında bitirmek bir kurtuluş. Bitirememek ise büyük bir esaret.İçinden çıkar fakat bitiremezseniz başlar huzursuzluk. Üstelik çoğu zaman nedenini de bilemezsiniz. Düşünsenize bir tatili doyasıya yaşayıp bitirdiğiniz zaman evinize huzur ve özlemle dönersiniz ve eviniz değerlidir gözünüzde. Ya da bir kentten ayrılırken orayla olan tüm işiniz bittiyse yeni taşındığınız kenti doyasıya yaşayabilir, zevkle yeniliklerini keşfedebilirsiniz. “Peki ama bir yılı bitirememek diye bir şey var mı? Buralara 2009 yılını bitirmekten yola çıkarak geldin” diyenleri duyar gibiyim. Elbette zamanı bitirememek kalitatif ( niteliksel/ somut/maddi) olarak söz konusu olamaz. Fakat kantitatif (niceliksel/ soyut / manevi) olarak bitirememek mümkün değil mi. O yıl için planlanan işleri tamamlayamamak, hedeflere ulaşamamak, örneğin o yıl bitmesi gereken okulu bitirememek, projeleri yetiştirememek, ya da gelen yılın kötü beklentiler taşıması nedeniyle “aaahhh 2009” demek de bir tür o yılı bitirememek değil midir?
Bütün bunların en önemlisi ve sonraki yaşamımızın gidişini en çok etkileyeni bir arkadaşlığı veya bir aşkı bitirememektir bence. Görünür anlamıyla bittiği halde içinde bir türlü bitirememek. Tanıdığım, bitiremedikleri aşkların gölgesi yıllanmış ilişkilerini etkileyen, o kadar çok insan var ki … Kimi biten bir arkadaşlığın neden bittiğini hala düşünüp duran, bitmese hayatına katacaklarını düşünen insanlar bunların. Fakat en büyük çoğunluğu bir aşktan çıkan ama o aşkı bitiremeyenler. 10 yıl önce ayrıldığı sevgilisini hala özlemle anan ve onu kaybettiği için ne kadar büyük bir “eşeklik” ettiğini düşünen iki çocuklu erkekler mi istersiniz, 25 yıl önce sadece 6 ay geçirdiği, neden gittiğini hiç anlayamadığı o sevgiliyi hala teninde hisseden evli ve çocuklu kadınlar mı…
Şimdiki gençlere bakıyorum da yaşadıkları ilişkileri hızla bitirip sonrakine özgür, bakir,ilk kez aşık olur gibi gidebiliyorlar. Kafalarında onları bağlayan hiçbir şey yok. Oğluma bakıyorum , her kız arkadaşına aynı şekilde ,ilk aşkı gibi aşık. Sanki ondan öncesi yok. O kadar anısızlar. Bilgisayarlara benzetiyorum onları. “Delete” tuşuna bastıkları an son kez soruluyor. “Emin misin silmek istediğinden” diye. Evet dedikleri an dosya sonsuza kadar siliniyor. Belki kısa bir süre de geri dönüşüm kutusunda kalıyor. Sonra oradan da siliniyor ya da bir format ve hop,bakir bir kafa ve yürekle yeni aşklara yelken açabiliyorlar. Oysa bizler, bizim kuşağımız, eski tip daktilolar gibiyiz, daktilo şeridinde basılan her harfin izi kalan ve basılan her harfle o şeridi yıpratan, eskiten. Hatta daha ileri gidersek, bir deste beyaz kağıda kalemle yazılan yazı gibi de düşünebiliriz kimilerimizi. Üstteki kağıdı yırtıp atsanız da alttaki kağıt hiçbir zaman el değmemiş değildir. Bir kurşun kalemle hafifçe karalayınca önceki kağıttaki yazı aynen ortaya çıkar.
Unutabilmek anısız olmak bir erdem mi, yoksa biz yine de anılarımıza sıkı sıkı sarılmaya, “bitirememeye” devam mı etmeliyiz? Kim bilir…
Bütün bunların en önemlisi ve sonraki yaşamımızın gidişini en çok etkileyeni bir arkadaşlığı veya bir aşkı bitirememektir bence. Görünür anlamıyla bittiği halde içinde bir türlü bitirememek. Tanıdığım, bitiremedikleri aşkların gölgesi yıllanmış ilişkilerini etkileyen, o kadar çok insan var ki … Kimi biten bir arkadaşlığın neden bittiğini hala düşünüp duran, bitmese hayatına katacaklarını düşünen insanlar bunların. Fakat en büyük çoğunluğu bir aşktan çıkan ama o aşkı bitiremeyenler. 10 yıl önce ayrıldığı sevgilisini hala özlemle anan ve onu kaybettiği için ne kadar büyük bir “eşeklik” ettiğini düşünen iki çocuklu erkekler mi istersiniz, 25 yıl önce sadece 6 ay geçirdiği, neden gittiğini hiç anlayamadığı o sevgiliyi hala teninde hisseden evli ve çocuklu kadınlar mı…
Şimdiki gençlere bakıyorum da yaşadıkları ilişkileri hızla bitirip sonrakine özgür, bakir,ilk kez aşık olur gibi gidebiliyorlar. Kafalarında onları bağlayan hiçbir şey yok. Oğluma bakıyorum , her kız arkadaşına aynı şekilde ,ilk aşkı gibi aşık. Sanki ondan öncesi yok. O kadar anısızlar. Bilgisayarlara benzetiyorum onları. “Delete” tuşuna bastıkları an son kez soruluyor. “Emin misin silmek istediğinden” diye. Evet dedikleri an dosya sonsuza kadar siliniyor. Belki kısa bir süre de geri dönüşüm kutusunda kalıyor. Sonra oradan da siliniyor ya da bir format ve hop,bakir bir kafa ve yürekle yeni aşklara yelken açabiliyorlar. Oysa bizler, bizim kuşağımız, eski tip daktilolar gibiyiz, daktilo şeridinde basılan her harfin izi kalan ve basılan her harfle o şeridi yıpratan, eskiten. Hatta daha ileri gidersek, bir deste beyaz kağıda kalemle yazılan yazı gibi de düşünebiliriz kimilerimizi. Üstteki kağıdı yırtıp atsanız da alttaki kağıt hiçbir zaman el değmemiş değildir. Bir kurşun kalemle hafifçe karalayınca önceki kağıttaki yazı aynen ortaya çıkar.
Unutabilmek anısız olmak bir erdem mi, yoksa biz yine de anılarımıza sıkı sıkı sarılmaya, “bitirememeye” devam mı etmeliyiz? Kim bilir…
Ben buna balık hafızası ile yaşayabilen mutlu insanlar diyorum.gece söylediğini sabaha unutan,söylediklerini unutmakla,kelimelerinin kendisine yükleyeceği sorumluluktan kaçmayı uman,ve böyle umarsız olabildikleri için de en çok can yakabilen insan kısmısı bence bunlar.hayatları bir bilgisayar oturumu şeklinde,oturumu yeniden başlatmakla düzeltmeye kalkan insanlar,ellerinde tek sahip oldukları güç msn listesindeki isimler üzerindeki yetkileri olduğundan msn listesinden silmekle ilişkileri başlatıp bitirebileceklerine inananlar,yeniden başlatırım olmadı sistemi geri yüklerim o da olmazsa format atarım düşüncesiyle hayatlarında diğer insanlara karşı en ufak bir sorumluluk hissi duymadan,onları kendi sanal dünyalarındaki birer sanal insan olarak gören yararsızlar.
Ben daktilo olmaktan memnunum,en azından sistem gerekirliğie göre değilde ben olmaya göre hareket edebildiğim için hayata karşı bir duruşum olabiliyor.Değer yargılarım var,kızabiliyor üzülebiliyorum,sevebiliyor değer verebiliyorum.İnsan oluyorum yani.
Beynine kalemine sağlık D@phne.Bu kadar güzel anlatılırdı bu.
Ne güzelde anlatıvermişsin olanı biteni... Yüreğine sağlık.
Şöyle bir düşündümde gerçekten uzak kaldık doğaya, sabaha,güneşe, insanlara ve bizi biz yapan herşeye... Bütün hayatımızı bir bilgisayara bağımlı olarak geçirme hevesindeyiz hep. Eee haliyle bütün metabolizmamız bir bilgisayarın paçaları gibi çalışmaya başlıyor. Kolayca siliyoruz, kopyalıyoruz-yapıştırıyoruz. Oturduğum yerden sayısız faturayı ödeyip, istediğim yere istediğim kadar para aktarabiliyorum. Kimseye ihtiyacım yok! olmuyorda... Ve sonuç olarak tekil yaşamaya alışıyor insan böylece... Topluma karşı yabancılaşıyor. Bununla da yetinmiyor kendine de yabancılaşıyor, Ötekileşiyor...
Sevgili d@phne, paylaşım için teşekkürler... 2009'un son günlerini doyasıya geçirmek için hala vaktimiz var gibi :))
iyi geçirilmiş bir seneden daha iyisine geçeriz umarım
Son zamanlarda okuduğm bu en güzel yazıyı geç farkettiğim için kendime kızarken bu paylaşım için size çok teşekkür ediyorum sevgili D@phne. Buna sevgili Sishyphos' un güzel yorumu da eklenince çok anlamlı bir durum değerlendirmesi çıkmış ortaya. Tüm yüreğimle katılıyor, anılarıma tüm yaşadıklarıma ve bana sevgi veren tüm dostlarıma sahip çıkmaya devam ediyorum.
Bu vesileyle yeni yılınızı kutluyor, size mutluluklar diliyorum...