Okuyucu-The Reader

    Yazan: Sis Etiket: »
    Beğeniler


    “Görünen gerçeğin ardında her zaman bir sır gizlidir... Ve bazen bu sırlar gerçekten de insanın nefesini kesecek kadar şaşırtıcı olabilir... Bu sıradışı aşk hikayesi
    işte böyle, insanı şaşırtan ve yaralayan gerçekler üzerine kurulu.”

    Edebiyat eleştirmenlerinden tam not alan ve bugüne kadar 38 dile çevrilmiş olan kitabın uyarlamasında, II. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da Michael isimli bir gencin (David Kross) kendisinden yaşça büyük Hanna Schmitz adında bir kadına (Kate Winslet) aşık olması ve sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor.Henüz on beş yaşında bir genç olan Michael Berg kızıl hastalığına yakalandığı sırada Hanna adlı bir kadın ona yardım eder. İyileşmesinin ardından Michael bizzat teşekkür etmek için Hanna’nın evine gider. Aralarındaki ilişki hızla tutku dolu bir aşka dönüşür. Zaman içinde Michael, Hanna’nın kendisine yüksek sesle kitap okunmasından hoşlandığını fark eder. Bu edebiyat ve aşkla geçen dönemin ardından ikilinin ilişkisi bir gün Hanna‘nın ansızın ortadan kaybolması ile biter. Hanna ardında kalbi kırık ve kederli genç bir âşık bırakmıştır. 8 yıl sonra artık bir hukuk öğrencisi olan Michael, Nazi Savaş Suçları Mahkemesi’nde gözlemcilik yaparken, Hanna’ya mahkemede sanık sandalyesinde rastlar. Hanna‘nın gizli geçmişi aydınlanırken Michael ikisinin de hayatını derinden
    etkileyecek sırrı ancak bu zaman keşfeder. Şimdi sorulması gereken soru şudur:

    Bir sırrı korumak için ne kadar ileri gidilebilir?

    Şimdi filmin bencesine gelirsek...


    Genç bir çocuğun yaşadığı ilk ilişkinin ve sonrasında almış olduğu kararın nasıl bütün hayatı boyunca etkisi altında kaldığı ve bir kadının gururu yüzünden neleri feda edebileceği anlatılıyor bence.Kesinlikle sadece bir aşk ve erotizm filmi değil.Alt yazı olarak Nazi Almanyası,her alman vatandaşının nazi suçlusu olmadığı,belki de sadece savaş koşullarında yaşamlarını idame etmeye çalıştıkları,şiddetin acımasızlığın ne kadar doğal hale gelebildiği var.Bunu en çok Hannah mahkemede her gün 10 kadını ölüme yollamayı neden ve nasıl seçtiklerini açıklarken anlıyoruz.
    15 yaşındaki bir gencin başına gelebilecek hem güzel ama bir o kadar da derin yaralar açan bir kadın...
    Cehaletini ( okuma yazma bilmeyişini )saklamak için her şeyi göze alan bir kadın...
    Mahkeme sahnesinde ''peki orda çalışmasamıydım '' diye soruşuyla saflığın en yalın halindeki bir kadın...
    Cinselliğe yeni adım atan bir genç.. Aralarındaki aşk özellikle erkek için yaşamının sonuna kadar onu etkileyecek ki bu da yaşananları sadece cinsellik olarak düşünmemeyi içeriyor...
    Adamın aşkı o kadar güçlü ki bunu kitapları kaydedip hapishaneye yolladığı sahnede anlıyorsunuz.

    Ve filmden çok aklımda kalan bir replik.Önemli olamayan tüm erkeklere ithaf edilir:))

    genç çocuk-Seni sinirlendirdim mi?
    kadın-Beni sinirlendirebilecek kadar önemli değilsin.

    Adamımız yetişkin haliyle Hanna'ya bir soru sorar ''sen ne kadar yanlış olabilirsin ki?''Burda düşünmeye başlarsınız,aşk gerçekten yanlışlığa izin vermez mi diye.Cevap bellidir aslında.Ama seyredenler kendilerine versinler o cevabı.
    Ralph Fiennes'in gözlerinde kaybolmayı ihmal etmeden seyredin lütfen (hanımlar tabii ki)


    Siz de Yorum yapın