Otobüs beni bir yolun kenarında bıraktı ve şoför eliyle yürüyeceğim yönü işaret etti. Yön derken yol falan yok bildiğin arazide yürümek lazımdı. Çantamı sırtlanıp yürümeye başladığımda çok uzak olmamasını düşünüyordum sadece. Yaklaşık 20 dakika yürümüştüm ki hem uzaktan tesisin giriş kapısı gözüktü hem de tuhaf bir uğultu bana eşlik etmeye başladı. Tepemden doğru gelen sese kafamı yukarı kaldırıp baktığımda iki tane planörün süzüldüğünü gördüm. Sesin kaynağıydılar. 28 sene önce duyduğum o sessizliğin ortasındaki uğultu hala aklımdan çıkmamaktadır. Ve o anda tek bir şey düşündüğümü hatırlıyorum. " İyi ki azmetmişim ve buradayım".
17 yaşındaydım. Lise 2 biterken ben yaz tatilinde paraşütçülük yapmaya takmıştım bile kafayı. Ankara' da yaşıyor olmanın rahatlığı Türk Hava Kurumu binası kolayca bulundu ve neler gerektiği soruldu. Anam önüme bir liste uzattılar ki tüm o evrakları hazırlasam Amerika' ya vize alırım. İkametgah, sağlık raporu, savcılık temiz belgesi ( 17 yaşında sicilime suç işlenmiş olması ihtimali mi var be ), 8 adet vesikalık fotoğraf ıvır zıvır şimdi sayısını unuttuğum bir ton belge. Ve listenin en sonunda da benim için en kritik olan belge; 18 yaş altı için noter onaylı velinin izin belgesi. Bu kadarmış ben gidemeyeceğim diye düşünmemin sebebi bizim valideyle pederin henüz benim bu planımdan haberleri olmaması ve pek de izin vermeye niyetlenmeyeceklerini düşünmemdi. Neyse akşam ezile sıkıla çıktık peder beyin karşısına. Bık bık anlattım. Ben anlatırken annemin gözleri her cümlemde daha bir dehşetle büyümeye başladı. Ama ben o kadar umutsuzum ki izin çıkacağından. Babam " hiç bir evrağına elimi sürmem, hepsini hazırlar da bana gelirsen o izin belgesini düşünürüz" cümlesini kurunca idrak edebilmem epey vakit aldı. İçimden " ulann bu da başka bir pisliği mi yoksa, ben onca evrakla uğraşacağım bu adam en son nihahhah yok sana izin kağıdı falan mı diyecek acaba" düşünüşleriyle ertesi gün başladım devlet dairelerinde sürünmeye. Bir hafta on gün kadar okuldan koparılan zamanlarda cebelleşip her şeyi tamamladım ve yine çıktık karşısına peder beyin. Tahminim yapamayacağımı planlamıştı, ama ben hepsini halledince diyecek bir şey bulamadı ve " tamam cuma günü notere giderim " dedi.Yihhuuuuu...
Neyse, gelmiştim işte Eskişehir İnönü THK paraşüt kampına. Kapıdan girdik görevliye katılım belgesini ve kimliği uzattık, ve adam binaların önüne gitmemi buyurup döndü. Lan nereye geldik her yer asker dolu. Benim sivil sandığım kamp askeri çıktı. Ahahha sıraya dizdiler ya resmen. Esas duruştayız falan. Bir adam geldi ve kim kimdir tanıttı. Evet lafa da ben albay bilmem kim diye başladı. Uçuş eğitmenlerimiz biri yüzbaşı biri binbaşı, sadece bir tek sivil bayan hoca var. Yatakhanelere dağılıp yerleştik. Akşam yemeği saati, serbest saatlerimiz, kız-erkek yatakhanelerinin birbirinden dikenli teller ve mayınlı bölgeyle ayrıldığı vs tebliğ edildi ve saati gelince yemekhaneye gelmemiz söylendi. Buyrun burdan yakın, yemek duası dediler. Tamam asker kızıyım, alışkınım askeri ortama da bu kadarını beklemiyordum.
Ertesi gün yer eğitimleri başladı. Sabah mıntıka temizliği, yine yemek dualı kahvaltı, tam teçhizat 6 km koşu ve yer eğitimi. Arada sırada lak lak yaparsanız ise " yat 20 şınav çek " komutu. 5 nokta taklası denen çin işkencesinin hallicesi sayılan bir eğitim var ki hele, 8 m yükseklikteki bir duvara halatla tırmanıp oradan aşağı atlıyorsunuz. Her yeriniz çürüyüp mosmor olduğundan gece yatağa ne tarafınızı yatıracağınızı bilemiyorsunuz. Yere iniş anındaki darbeyi vücuda eşit dağıtıp bir taraflarınızı kırmamanızı sağlayan bir takla şekli bu. Paraşüt katlama dersleri ( kimse kendi paraşütünü katlamaz ki başkasının canı kendisine bağlı olduğundan işi adam gibi yapsın), serbest dinlenme saatlerindeki dinlenme anlayışının satranç oynamak olması, hafiften kızlarla erkekler arasında başlayan flörtler ( O kamptan 17 yaşındaki ben siyasalda 4cü sınıfta okuyan bir üniversiteliyle sevgili olarak çıktım. Hadi bende akıl yokmuş ama çocukta hiç yokmuş, daha 17 yaşındaydım be ) derken 3 günlük yer eğitimi süresi bitti.
Atlayış günü bir heyecan bir heyecan. Teçhizatla uçağımıza doğru yürümeye başladık. Askeri bir uçak ama bildiğiniz uçak değil. İçi hangar gibi, sağlı sollu sıralar var. Oturup pozisyon aldık, pozisyon da şöyle; herkes kol kola giriyor ve ayaklarını da yerdeki demirlerin altına sokuyor. Neden böyle bir şey yaptığımızı uçak kalkarken üzerimize binen G sayesinde anladık. Birleşip kütleyi büyütmemiş olsak her birimizi arka kapıdan sıvamaları gerekirdi. Pasaja girdik ( pasaj atlayışların yapılacağı hava koridoruna verilen isim ) komutuyla ayağa kalktık, kanca ( can ipi biz atlayınca paraşütümüzü kendiliğinden açacak olan şey) yukardaki demire taktık, kapı açıldı ve sırayla kapıdan çıkış başladı. Komutlar hep standart. Kapıya gel, kapıda dur, hazırlan, atla. Kapı önündeki o bekleme anında ellerimle kapı dışlarına tutunurken aklımdan tek geçen " anamm zıçtık , ben yapamayacağım sanırım " idi. Veee atla komutuyla atladım. İlk anlardaki serbest düşüşün verdiği ağırlıksızlık hali benim bu işin müptelası olmamı sağladı sanırım. Paraşütün açılmasına kadar geçen sürede " bir bin, iki bin, üç bin... " şeklinde 5 saniye saymayı ilk atlayışımda unuttum açıkçası. Bir şey beni jet gibi yukarı çekmeye başlayınca kendime gelip kubbe kontrolü yapabildim. Tamam paraşüt sapasağlam ve düzgünce açılmıştı, artık işin keyif zamanıydı. Ahahah süper bu, yer ayaklarımın altında ve ben havada istediğim yöne manevra yapabiliyor ve süzülüyorum. Havada sadece rüzgarın sesiyle olmak muhteşemdi. Bu şapşal velet kendini o kadar kaptırdı ki ilk atlayışında yerin yaklaşmasını algılayamadı ve yere 7 m. kaldığında paraşütü kapamayı akıl edemedi. İniş kontrolörünün megafonla " kapaaaa bacaklarını kapaaaa" bağrışıyla aklım başıma geldi ve 5 noktaya hazırlandım. Sert oldu iniş haliyle, bir de zamanında kapamadığım için kubbe rüzgar alıp beni yerde yaklaşık bi 25 m. falan sürükledi. Paraşüte hakim olmayı başardığımda ise orada kıç üstünde oturup başıma gelenin ne harika bir şey olduğunu algılayabildim.
Çok çabuk geçti ilk 3 deneme atlayışlarımız. Eleme günü geldiğinde havaya geri dönüp de hatalı atlayışları düzeltme şansımız ise yoktu zaten. Ama elemeyi geçen ben bir seçim yapmalıydım. İki türlü eğitim verilecekti. Birincisi hedefe nokta atlayışı öbürü de serbest hava akrobasisi denen lassa tekniği. Lassayı seçtiğimde ise ne kadar isabetli bir karar olduğunu sonradan anladım. Hala tadı damağımda; kapıdan çıkışla altına dolan hava yastığı üzerinde doğru pozisyonu ( yere paralel kalmayı başarıp kollar ve bacaklar iki yana doğru açık) almayı başarıp tümüyle kuş gibi havada süzülmek, altimetrene bakıp yüksekliği gözden kaçırmaman gerektiğini bilmek, yere en kısa mesafede paraşütü açmayı başarmanın verdiği adrenalin, o küçük Antonov uçağa her binişimde içerdeki yakıt kokusu. Şimdi sayısını unuttuğum atlayışların bilançosu ise bir kere suya inip kolon kesmek zorunda kalmak, bir kere dağa inip sırtımda paraşütle kilometrelerce dağdan aşağı inip kampa ulaşmak, bir kere kolonların yanlış katlanmış olması sonucu havada boynumun kırılmasından şansla yırtabilmek, dağa iniş sırasında çatlayan ve eğri kaynayan bir kuyruk sokumu kemiği, her röntgen çektirdiğimde doktorların hayretle nasıl oldu bu dediği eğri omurgam ama en önemlisi adrenalin, bol bol adrenalin ve onun bağımlılığı.
Oğlum bana çekmemiş ne yazık ki. Hiç alakası yok henüz böyle extrem sporlarla. Ama ablamın kızı tam teyze toprağından olmuş ve ben ona ilk paraşüt atlayışında eşlik etmeye çok kararlıyım. Büyü kız bir an önce şu 16 yaşını bitir ki ben daha da yaşlanmadan tekrar atlayabilelim.
Not: Siyah yok...
17 yaşındaydım. Lise 2 biterken ben yaz tatilinde paraşütçülük yapmaya takmıştım bile kafayı. Ankara' da yaşıyor olmanın rahatlığı Türk Hava Kurumu binası kolayca bulundu ve neler gerektiği soruldu. Anam önüme bir liste uzattılar ki tüm o evrakları hazırlasam Amerika' ya vize alırım. İkametgah, sağlık raporu, savcılık temiz belgesi ( 17 yaşında sicilime suç işlenmiş olması ihtimali mi var be ), 8 adet vesikalık fotoğraf ıvır zıvır şimdi sayısını unuttuğum bir ton belge. Ve listenin en sonunda da benim için en kritik olan belge; 18 yaş altı için noter onaylı velinin izin belgesi. Bu kadarmış ben gidemeyeceğim diye düşünmemin sebebi bizim valideyle pederin henüz benim bu planımdan haberleri olmaması ve pek de izin vermeye niyetlenmeyeceklerini düşünmemdi. Neyse akşam ezile sıkıla çıktık peder beyin karşısına. Bık bık anlattım. Ben anlatırken annemin gözleri her cümlemde daha bir dehşetle büyümeye başladı. Ama ben o kadar umutsuzum ki izin çıkacağından. Babam " hiç bir evrağına elimi sürmem, hepsini hazırlar da bana gelirsen o izin belgesini düşünürüz" cümlesini kurunca idrak edebilmem epey vakit aldı. İçimden " ulann bu da başka bir pisliği mi yoksa, ben onca evrakla uğraşacağım bu adam en son nihahhah yok sana izin kağıdı falan mı diyecek acaba" düşünüşleriyle ertesi gün başladım devlet dairelerinde sürünmeye. Bir hafta on gün kadar okuldan koparılan zamanlarda cebelleşip her şeyi tamamladım ve yine çıktık karşısına peder beyin. Tahminim yapamayacağımı planlamıştı, ama ben hepsini halledince diyecek bir şey bulamadı ve " tamam cuma günü notere giderim " dedi.Yihhuuuuu...
Neyse, gelmiştim işte Eskişehir İnönü THK paraşüt kampına. Kapıdan girdik görevliye katılım belgesini ve kimliği uzattık, ve adam binaların önüne gitmemi buyurup döndü. Lan nereye geldik her yer asker dolu. Benim sivil sandığım kamp askeri çıktı. Ahahha sıraya dizdiler ya resmen. Esas duruştayız falan. Bir adam geldi ve kim kimdir tanıttı. Evet lafa da ben albay bilmem kim diye başladı. Uçuş eğitmenlerimiz biri yüzbaşı biri binbaşı, sadece bir tek sivil bayan hoca var. Yatakhanelere dağılıp yerleştik. Akşam yemeği saati, serbest saatlerimiz, kız-erkek yatakhanelerinin birbirinden dikenli teller ve mayınlı bölgeyle ayrıldığı vs tebliğ edildi ve saati gelince yemekhaneye gelmemiz söylendi. Buyrun burdan yakın, yemek duası dediler. Tamam asker kızıyım, alışkınım askeri ortama da bu kadarını beklemiyordum.
Ertesi gün yer eğitimleri başladı. Sabah mıntıka temizliği, yine yemek dualı kahvaltı, tam teçhizat 6 km koşu ve yer eğitimi. Arada sırada lak lak yaparsanız ise " yat 20 şınav çek " komutu. 5 nokta taklası denen çin işkencesinin hallicesi sayılan bir eğitim var ki hele, 8 m yükseklikteki bir duvara halatla tırmanıp oradan aşağı atlıyorsunuz. Her yeriniz çürüyüp mosmor olduğundan gece yatağa ne tarafınızı yatıracağınızı bilemiyorsunuz. Yere iniş anındaki darbeyi vücuda eşit dağıtıp bir taraflarınızı kırmamanızı sağlayan bir takla şekli bu. Paraşüt katlama dersleri ( kimse kendi paraşütünü katlamaz ki başkasının canı kendisine bağlı olduğundan işi adam gibi yapsın), serbest dinlenme saatlerindeki dinlenme anlayışının satranç oynamak olması, hafiften kızlarla erkekler arasında başlayan flörtler ( O kamptan 17 yaşındaki ben siyasalda 4cü sınıfta okuyan bir üniversiteliyle sevgili olarak çıktım. Hadi bende akıl yokmuş ama çocukta hiç yokmuş, daha 17 yaşındaydım be ) derken 3 günlük yer eğitimi süresi bitti.
Atlayış günü bir heyecan bir heyecan. Teçhizatla uçağımıza doğru yürümeye başladık. Askeri bir uçak ama bildiğiniz uçak değil. İçi hangar gibi, sağlı sollu sıralar var. Oturup pozisyon aldık, pozisyon da şöyle; herkes kol kola giriyor ve ayaklarını da yerdeki demirlerin altına sokuyor. Neden böyle bir şey yaptığımızı uçak kalkarken üzerimize binen G sayesinde anladık. Birleşip kütleyi büyütmemiş olsak her birimizi arka kapıdan sıvamaları gerekirdi. Pasaja girdik ( pasaj atlayışların yapılacağı hava koridoruna verilen isim ) komutuyla ayağa kalktık, kanca ( can ipi biz atlayınca paraşütümüzü kendiliğinden açacak olan şey) yukardaki demire taktık, kapı açıldı ve sırayla kapıdan çıkış başladı. Komutlar hep standart. Kapıya gel, kapıda dur, hazırlan, atla. Kapı önündeki o bekleme anında ellerimle kapı dışlarına tutunurken aklımdan tek geçen " anamm zıçtık , ben yapamayacağım sanırım " idi. Veee atla komutuyla atladım. İlk anlardaki serbest düşüşün verdiği ağırlıksızlık hali benim bu işin müptelası olmamı sağladı sanırım. Paraşütün açılmasına kadar geçen sürede " bir bin, iki bin, üç bin... " şeklinde 5 saniye saymayı ilk atlayışımda unuttum açıkçası. Bir şey beni jet gibi yukarı çekmeye başlayınca kendime gelip kubbe kontrolü yapabildim. Tamam paraşüt sapasağlam ve düzgünce açılmıştı, artık işin keyif zamanıydı. Ahahah süper bu, yer ayaklarımın altında ve ben havada istediğim yöne manevra yapabiliyor ve süzülüyorum. Havada sadece rüzgarın sesiyle olmak muhteşemdi. Bu şapşal velet kendini o kadar kaptırdı ki ilk atlayışında yerin yaklaşmasını algılayamadı ve yere 7 m. kaldığında paraşütü kapamayı akıl edemedi. İniş kontrolörünün megafonla " kapaaaa bacaklarını kapaaaa" bağrışıyla aklım başıma geldi ve 5 noktaya hazırlandım. Sert oldu iniş haliyle, bir de zamanında kapamadığım için kubbe rüzgar alıp beni yerde yaklaşık bi 25 m. falan sürükledi. Paraşüte hakim olmayı başardığımda ise orada kıç üstünde oturup başıma gelenin ne harika bir şey olduğunu algılayabildim.
Çok çabuk geçti ilk 3 deneme atlayışlarımız. Eleme günü geldiğinde havaya geri dönüp de hatalı atlayışları düzeltme şansımız ise yoktu zaten. Ama elemeyi geçen ben bir seçim yapmalıydım. İki türlü eğitim verilecekti. Birincisi hedefe nokta atlayışı öbürü de serbest hava akrobasisi denen lassa tekniği. Lassayı seçtiğimde ise ne kadar isabetli bir karar olduğunu sonradan anladım. Hala tadı damağımda; kapıdan çıkışla altına dolan hava yastığı üzerinde doğru pozisyonu ( yere paralel kalmayı başarıp kollar ve bacaklar iki yana doğru açık) almayı başarıp tümüyle kuş gibi havada süzülmek, altimetrene bakıp yüksekliği gözden kaçırmaman gerektiğini bilmek, yere en kısa mesafede paraşütü açmayı başarmanın verdiği adrenalin, o küçük Antonov uçağa her binişimde içerdeki yakıt kokusu. Şimdi sayısını unuttuğum atlayışların bilançosu ise bir kere suya inip kolon kesmek zorunda kalmak, bir kere dağa inip sırtımda paraşütle kilometrelerce dağdan aşağı inip kampa ulaşmak, bir kere kolonların yanlış katlanmış olması sonucu havada boynumun kırılmasından şansla yırtabilmek, dağa iniş sırasında çatlayan ve eğri kaynayan bir kuyruk sokumu kemiği, her röntgen çektirdiğimde doktorların hayretle nasıl oldu bu dediği eğri omurgam ama en önemlisi adrenalin, bol bol adrenalin ve onun bağımlılığı.
Oğlum bana çekmemiş ne yazık ki. Hiç alakası yok henüz böyle extrem sporlarla. Ama ablamın kızı tam teyze toprağından olmuş ve ben ona ilk paraşüt atlayışında eşlik etmeye çok kararlıyım. Büyü kız bir an önce şu 16 yaşını bitir ki ben daha da yaşlanmadan tekrar atlayabilelim.
Not: Siyah yok...
"Risk" kelimesinin yanına bile yaklaşabilecek kişilikte biri değilim de niçin yine kıskançlıkla doldum taştım diyorum. Okumak bile benim adrenalin seviyesini yükseltmeye yetti doğrusu:))
Başlarken; uzat elini, öpeyim... :)
Ben Kars'ta, -38 derecede uzun dönem askerlik yapmıştım (asteğmen-teğmen ve an itibariyle sivil üsteğmen olarak geziyorum bira göbeğimle)... Adonis bize uzak 6-7 yıldır. :)
Muhtelif eğitim, tatbikatlar ve gerçek (Call of Duty değil) çatışmalara girdim... Karın üzerinde çıplak süründük, zırhlı muharebe araçlarıyla intikal yaptık sınır köylerine...
Tamam bedelli, poşet vs. denmez benimkine ama; yok, ben askerlik yapmamışım.
Böyle bir hatun görmedim, duymadım, okumadım...
Bahsettiğin şey spor değil. Benim bildiğim spor halı sahada olur, benim gibi az biraz karate yapan adam (3. dan) için ringde, yada sabahları 40 dk. koşu bandında ter atmakla olur... Ayakları yere basar ama...
Sevgilerimle derdim; ama saygı ve sevgilerimle...
KIRMIZI ADAM
@ sevgili Asuman,
o zamanlar deliydim demeyi isterdim ama delilik baki kaldı maalesef. Sadece bir tek yaşam şansım olduğunun bilincindeyim ben. Ve ölmeden yapılacaklar listem çook uzun. Sıradakileri de tamamlıyoruz işte fırsat buldukça :)
@kırmızı adam,
Cidden askerlik yaptım ama orada. Sırtıma basan postal altında şınav çektiğim bile oldu yani. Spor bu emin ol, hem de insana çok şey katan bir spor. Havada geçirdiğin kısa sürede yanlış yapma ya da geç yapma imkanın olmadığından bu sana bir yaşam disiplini katıyor, hataları minimuma indirgeyip yaşamayı öğreniyorsun.Dene derim bu tarz sporları.
Evet, biz aynı anne babadan olma iki kız kardeştik. Kardeşim bu okuduğunuz adrenalin düşkünü kadın. Ben de onun tam tersi, bir salon kadını olmaktan haz duyan,manikürü, saç modeli, topuklu ayakkabıları çok kıymetli bir şehirliyim. Ve bilin bakalım ne oldu:
1. doktor oldum, acil nöbetleri, mecburi hizmette helikopterle hastaya gitmeler, dağda yapılan otopsiler bunun sonucudur.
2. Çok yakışıklı bir komando üsteğmene aşık oldum ve evlendim. Sırasıyla Gökçeada, Eğirdir ve Hakkari Yüksekova'da geçen ikişer yıllık çalışma ve komando yaşamının sorumlusu da budur.
3. Oğlum ben gibi kentli hamurundan, ama bir kız doğurdum, evlere şenlik. Bu yaz halatla ip köprüler mi geçmedi, dağa mı tırmanmadı. Her tür extreme spor ilgi sahasında. Ve daha 12 yaşında olduğu için ben de peşinden gidip kenarda bekliyorum o kayarken, surf yaparken. İşte bunun sorumlusu da teyzesi ve babasıdır.
Ben değişen ayakkabı modellerini takip etmek veya tam maniküre gideceğim zaman manikürcümün hasta olmasının yarattığı adrenalinle yetinmek istiyorum.
İyidir öyle evlere şenlik kızlar iyidir. Teyzesi halinden memnun , o da memnun olacaktır. Salonda salon hanımı dağda da dağcı olmasını biliyoruz ben ve türevimdekiler :D
Bak ama diyim sana, manikürcünün hasta olmasının yaratacağı adrenalinle ben bile baş edemem yani :P