Paylaşmak istediğiniz her tür şiiri burada görmekten memnun oluruz.
GİTTİK/GEZDİK/GELDİK 6-ANTWERP
-
Belçika'yı Brugge ile sınırlı bırakacağımızı düşünmediniz umarım 😀 Kız
kardeş Jules Verne'nin romanlarından aklında kalan Anvers'i (Antwerp,
Antwerpen, ...
1 gün önce
Kahir Mektubu
Ne zaman iki satir yazmaya kalksam
Hep sana, hep seni hep bizi yaziyorum
Ne zaman bir kadeh alsam elime
Hep sana, hep seni, hep bizi iciyorum
Her gece kederdeyim, durmadan iciyorum
Sevda ektim kalbime, yalnizlik biciyorum.
Elveda deyip bir gün viran edip gönlümü
Ayrilip gidisinin bu gece yildönümü
Bugün de sensiz ictim, bu aksam sensiz hictim.
Bu gece her damlayi, iki kadehe bictim
Ayrilik öyle zor ki; kimsesiz kalan bilir
Gözyasi ne demektir; her gün aglayan bilir
Her gece kederdeyim, durmadan iciyorum
Sevda ektim kalbime, yalnizlik biciyorum
Yoklugunla bas basa, kendimden geciyorum
serefe deyip simdi, bin kahir iciyorum
Birazdan gözlerimden gecersin ilik ilik
Nice yillar sevgilim, mutlu olsun ayrilik
Sevincim kederim sen,
Gözüm sen ellerim sen
Benim ne sucum var ki
Sen benim kaderimsen
Karistirmis kaderim su gönlümün harcini
Yas döküp ödüyorum, ben bahtimin borcunu
Dertliyim efkarliyim gönlüm yine tasada
Unutmak istiyorum kendimi bu masada
Her sey yalniz senin icin üzme kendini
Belki bugün belki yarin
Anlayacaksin, cok sevdigimi
Aglayacaksin
Ayrilik mi cikti falda
Sen bir yanda ben bir yanda
Böyle bir ask bu zamanda
Belki bu gün belki yarin
Anlayacaksin cok sevdigimi
Anlayacaksin
Rüzgar gibi gecti yillar
Tutunacak dal kalmadi
Biran mutlu olmak icin
cekilmedik dert kalmadi
Ahmet Selcuk İlkan
Ölümü Ektim Randevu Yerinde
Beklemekten Ağaç Olsun
Zembereği boşalmış sözcüklerin
Akreple yelkovan öpüşüyor onikide
Bütün ziller vaktinde vuruyor,
tembellik edip gitmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
Bugün de gecikeceğim
Sessizlik çökmüş kentin sokaklarına
Martılar uykuya dalmış
Kar bütün izlerini örtmeye hazır
Randevularımıza sadığımdır sektirmem saatini ama bu sefer tembelliğim tuttu, ölüm daha çok beklersin beni…
Şimdi kış ölümün vaktidir derler ve tecrübelerimden bilirim kışın ölene söverler.
Kusura bakma ölüm
ben ardımdan sövdürmem.
Bu randevuya asla gelmem.
Bu şiirin içinden tren de geçebilir
Uçak da
Vapur da
Bütün teknolojik ölüm aletleri de
ama hiç birine binmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
gelmeyeceğim
YALNIZ BİR OPERA
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.
Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.
Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.
Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.
Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.
Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.
MURATHAN MUNGAN
BE HEY DÜRZÜ
Ne ararsın Tanrı ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda,
Başı açığa niye türban sorarsın?
Rakı, şarap içiyorsam sana ne.
Yoksa sana bir zararım içerim.
İkimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma,
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma,
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz...
NEYZEN TEVFİK
Pazar Günü Kanal D de Güneri Civaoğlu'nun sunduğu "Şeffaf oda" isimli proğramın sonunda Can Dündar aşağıda sizlerle paylaştığım şiiri okudu. Ben şiiri ilk duyduğum anda bile çok beğendim. Bu şiir beni yıllar öncesine götürdü. Aşk ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. 20 yıldır yapamadığımı Can Abimiz şiire dökmüş ve çok güzel anlatmış. Aşkı anlamayan bu şiiri de anlamaz. Aşık değilseniz ya da hiç aşık olmamışsanız bence şiiri hiç okuyup vaktinizi harcamayın. :)
EĞER
O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Can DÜNDAR
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
CAN YÜCEL
O'na dedim ki;
Sen roman kahramanlarımdan farklısın benim, henüz hiç okumadığım....
Ya da film kahramanlarıma hiç mi hiç benzemiyorsun , henüz muhtemelen görmediğim.
Daha gitmediğim yerlerdensin belki, henüz haritada yerini gösteremeyeceğim yabancı ülkelerden biri gibisin.
Görmediğim bir dansı andırıyordur mutlaka yürüyüşün.
Muhtemelen reankarne olmuştur bir zaman aralığında mahsun , kendine ait sessiz bakışların. Kuşkusuz o zaman aralığında birileri de senin duymayacağın şekilde sana böyle yazılar yazmış hatta kim bilir belki şarkılar söylemiştir ardından, senin bilmediğin,duymadığın zamanında aldırmadığın...
Kim bilir!
Şimdi ben bütün bu yabancılığımla yanında mahçup ve ellerimi nereye koyacağımı bilemez bir şekilde ,çokça sessizce dikilip dururken sanki sürekli bir dejavuyla git gellere kapılıyorum. İçimde birşeyler geri çekiliyor da , sonra şahlanarak dönüyor o geri çekilen ürkek duygular.
Tusunamizede olmak üzereyken , benimkisi TUSUNAMAYANLAR.
Yıkımım , yıkımın olmasından korkuyorum bu gel gitlerin. Daha kurmaya çalıştığımız duvarların yer ile yeksan olmasından.
Zamansız yakalanmaktan. En fenası böyle bir felaketi fark etmeyip hazırlıksız yakalanmaktan... Şimdi bütün bunları bilmediğim birilerine anlatacak olsam , kimse anlamaz biliyorum.
O yüzden yanına oturmuş bütün bu duygulardan çektiklerimi sessizce kulağına fısıldıyorum. ellerim ellerini sıkıyor heyecanlandığımda.Gözlerim görebildiğim kadarında gözlerinin. Anlayacağın , teslimim.O'na dedim ki;Dur sen birşey söyleme ben ikimizin adına konuşayım, şarkılar söyleyeyim , gerekirse güleceğim, gerekirse ağlayayım.
Sen yeter ki tut elimi, zamanın rezervasyonlarını ben gönüllü yaparım, dünümüzü bugüne taşımayalım.
Biliyorum beni sana tarif ederken sana tehlikeli suları anlatanlar, 'aman ha!' diyenler, korkanlar , korkutanlar, kıskananlar, taş kalpliler , ah o taş kalpli yürekler, çalıkuşu Feride'den fırlayan "şhişşt şhiişt'çı dedikodu kumkumaları olacak.
Bilmiyorsun ama insan insanın mutluluğunu istemez, istemiyor,isteyemiyor, varlığına aykırı korkar , korkuyor. Sen korkma ama...
Peki hemen korkma en azından. Dur şunca koşturma arasında bir elinde kurşun kalem bir elinde ben , bir elimde sen yeni birşey karalamaya kalkalım hayat denilen yaralı bereli şu debdebeli defterin üzerine.
Şarabın , şiirin , şehvetin tarifini bana bırak sen, cesaretini al da gel. Yeter.Sonrası ?...Sonrası şimdilik kar fırtınası olsa da ötesi aydınlık bir baharın, şerefsiz bir kiraz ağacının dalında, kar tanesi bir umut tohumunun yaprağında gizli.
Kulaklarını kapa, gözlerini kapa, ellerin ellerimde, sık avuçlarını ve korkma.
Korkma...
Kalbine, kalbinin sana söylediklerine, sana söylenenlerden çıkardıklarına, anlayabildiğin kadarına , korkmadıklarına bir mühür koy, kan kırmızı olsun rengi. Ben koyayım ya da ... Sonrasını bana bırak. Ama sakın kemerlerini bağlamayı unutma.
O'na dedim ki!
Bak,
sana öğleden sonrasında huzur dolu akdeniz kokan uykular vaad ediyorum. Yeşil zeytinlerin buruk tadının yanında , buzlu beyaz şaraplar içeceğiz diyorum.
Yine yeşil erik mevsiminde Behramkale'de iki sütunun arasında oturup Yunan dağlarında batan bir günbatımının heyecanını da tarif edeceğim birazdan, aynı gün batımında Prag'da taş bir köprünün altında akan, kırmızıya çalan nehire yansıyan kafkanın silüetini de anlatacağım sabırla...
S.Petersburg'da beyaz geceler var benim de hala görmediğim, ya da Peru'nun dağları, Bolivya'nın çölleri.
Bilmediğim hazlar olmalı , bir yerlerde yasaklanmış , gizlenmiş, soteye yatmış. keşfedilmeyi bekleyen yeni tadlar olmalı hayatın. yeni zaman aralıkları ,huzurun adı yazılı.
Sana uzakları vaad ediyorum anlayacağın.
Bugüne kadar uzanmadığın kadar uzak tadları, aklına hayaline sığmayacak zaman aralıklarının.
Ya da...
Bildiğin tanıdık tadları beraber tatmayı. Sarhoşluğu, aşkı,tenin tene değdiği o cehennem kavuşmalarını...
Sana günah işleyeceğiz diyorum. Düpedüz günahtan bahsediyorum....
Duvarları yıkmayı, yapılmayanı yapmayı , beraber düşmeyi, düşerken onca korkuya karışan heyecanı kucak kucağa tadacağız diyorum.
Sahi az şey mi insanın kendi kendinden bu kadar çok korkması...
Sana güneşli günleri ve korkunun karanlığını aynı tende sunuyorum.
O'na dedim ki,
Bir bildik dolunayda seninle boğazın tuzlu sularını tatmalı, karşı kıtaya kulaç atmalı, kendimizi akıntıya bırakmalıyız.
Bir akdeniz güneşinin altında gözlerimiz kapalı tere yatmalı , ardından kendimizi Kaş'ın serin sularına atmalıyız.
Sabahları geç kalktığın bir pazar günü , yataktan yağan yağmuru seyretmeli ve sarılıp birbirimize bakmalıyız.
Seninle bu aşkı tam yaşamalıyız.
O'na dedim ki;
"Bak!!! herkes yarım, herkesin aşkı eksik, herkes ama herkes eskimiş gençliğinde, o yüzden biz seninle , eskimeden büyütmeliyiz.
Başkaları tüketmek için yaşıyor biz tersine gitmeliyiz.
Çıkmaz sokaklardan korkma! Varsa, o da bizim kaderimiz...
"Ben bunları söyledim o da bana zor demedi ,ben ona zor olduğunu söylemedim tabii ki.
Zor tabi, bunu da bilenlerdenim. O yüzden bu kadar cesur, patavatsız ve ödünsüz ve cüretkarlar kavminden.
O'na dedim ki;
"Gücümü aşkından alıyorum."Söylediklerim yersizse affet, aşkın kurbanıyım. Aşkında erdim, aşkında eriyorum..
.O'na dedim ki;
Bak... Sadece gözlerimin içine bak. Orada gördüğüne inan.
Ben bile yalan söylesem, herkes sana yalan söylese, herşey bize yalan gibi gelse onlar sana hep doğruyu söyleyecek.
Hafife alma, başkaları gibi yapma...Başkaları anlamadı bari sen anla.
Aşkın sureti bu işte. Aynası bu. Olan olmayan burada...
Bu gözlerde gördüğün kıvılcım, yaş, kırılganlık ve ama fakat cesaret aynı zamanda...
Bu gözlerin kimyasını birkez çözersen beni de çözdün bil.
Bu aşkı çözmen , yalnızca hediyesi sonuçta.
O'na dedim ki;
sana cennet ile cehennemi aynı anda sunuyor bu kalp, aynı kucakta.ya korkacaksın ama çokça korkma...
O'na dedim ki;
Hepsi,herşey, tek bir şartla...Aşkın kadar aşk bulacaksın burada.
Doğruluğun kadar doğruluk... Sevgin kadar sevgi.
Kısasa kısas, göze göz, dişe diş, göğüs göğüse , omuz omuza
... ...kanla,
...şehvetle,
....tutkuyla
... cesaretin var mı sahi aşka!
Sevi Şiiri
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karsısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim,
ben seni...
Ümit Yaşar Oğuzcan
AYRILIK ÜSTÜNE
Tam göğsünüzün üstünde bir yeriniz acıyacak...
evinizin sizi
içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu farkedeceksiniz...
sokağa fırlayacaksınız...sokaklarda dar gelecek...
ne denizin mavisi açacak içinizi,ne pırıl pırıl gökyüzü...kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek,
bir yandan da kaybolacak kadar
küçüleceksiniz...
birileri size birşeyler anlatacak durmadan...
''önemli olan sağlık.''''yaşamak güzel.''''boşver herşey unutulur.''
siz hiçbirini duymayacaksınız...
gözyaşlarınızdan etrafı göremeyecek hale geleceksiniz...
O'ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek,
az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz...
hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz...
''ölüme çare bulundu''ya da ''yarın kıyamet kopacakmış'' deseler başınızı kaldırıp ''ne dedin?'' diye sormayacaksınız..
.yalnız kalmak isteyeceksiniz...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak....
ikiside yetmeyecek...geçmişi düşüneceksiniz...
neredeyse dakika dakika,ama kötüleri atlayarak..
onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz,gittiğiniz yerlere gitmek..
.bu size hiç iyi gelmeyecek...ama bile bile yapacaksınız...
biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese,kaçacaksınız...
aslında kurtulmak istediğiniz halde,o acıyı yaşamak için direneceksiniz..
.hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz...
herkesi ona benzetip,kimseyi onun yerine koyamayacaksınız...
hiçbirşey oyalayamayacak sizi,ilaçlara sığınacaksınız...
birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan..
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek..
.boğazınız düğümlenecek,dinleyemeyeceksiniz...
uyumak zor,uyanmak kolay olacak,sabahı iple çekeceksiniz...
bazende ''hiç güneş doğmasa'' diyeceksiniz...
ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz,
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksiniz,gerçek olmasını istediğiniz...
her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz...
telefonun çalmasını bekleyeceksiniz...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek...
ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla...
yüreğiniz burkulacak...canınız yanacak..
.bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz...
hayata dair hiçbirşey yapmak gelmeyecek içinizden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz...
yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz...
onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla birgün bir yerlerde karşılaşma umudu...
bu umut sizi gitmekten alıkoyacak...
gelgitler içinde yaşayacaksınız...
buna yaşamak denirse...
YUSUF HAYALOĞLU anısına sevdiğim bir şiiri.
nur içinde yatsın:(((
Gitti Ah Gitti
gitti ah..,
gecelere hüzünleri serperek
yarali bir kus gibi kanarcasina gitti..,
yalvaran gözlerime, elemi pay ederek,
bir kabahatmis gibi,kacarcasina gitti...
gitti ah..
sarkilara bel baglamak faydasiz.
üstüme kapilari kaparcasina gitti...
gecenin geldigini haber vermeden; hirsiz...
yasanmis bir ömrü calarcasina gitti
gitti ah...
bir nehirdi,
yazamadigim siirdi.
yüzüme son bir defa
bakarcasina gitti...
gitti ah...
gözyaslari yanaklarimda kaldi.
hayatin perdesini cekercesine gitti...
belki doyulmamis toz pembe bir masaldi.
gögsümden yüregini sökercesine gitti...
gitti ah...
karsilasmak ömür boyu imkansiz.
beni hazanda koyup bahar dalina gitti...
bilmiyorum ne yapsam, ne söylesem anlamsiz.
ayrilmisti dünyamiz; kendi yoluna gitti...
gitti ah... bir mevsimdi,
cizemedigim resimdi.
kalbime bir civiyi,
cakarcasina gitti...
Yusuf Hayaloğlu
babanne teşekkürler paylaşımınız için.
bu arada rahatsızlığınızı okudum.geçmiş olsun ve umarım ciddi bir şey değildir
Ömer Hayyam'dan
Benden Muhammed Mustafa'ya saygı selam
Deyin ki hoş görürse bir şey soracak Hayyam,
Neden yüce efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helal da, güzelim şarap haram..?
Ömer Hayyam
************
'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
cennet-i alâ meyhane midir?
'her mümin'e iki huri' diyorsun
cennet-i alâ kerhane midir?
* * *
Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
Nicin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş arap, devesini vurmuş hamza'nın
Peygamber de yasak etmiş arap'a şarabı
* * *
Beni üzene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
* * *
Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır kı söyle
* * *
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
* * *
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
'bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
* * *
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye
* * *
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var sana kötü demelerinde
* * *
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
* * *
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
******
İÇİN TEMİZ OLMADIKTAN SONRA
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka tespih post seccade güzel
Ama TANRI KANAR MI BUNLARA
(Ama bu devirde Halkımız kanıyor, Hacı-hoca-Hırka-Tesbih-Seccade Olanlara)
******
Sen sofusun hep dinden dem vurursun
Bana da sapık dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam O'yum
YA SEN NE GORUNUYORSAN O'MUSUN
******
Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı iki yüzlülükleri
ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA
YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ..
******
Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
ONLAR YARATANIN SANATI PEŞINDELER
SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN SEYLERDE...
******
Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?..
******
Seni kuru softaların softası seni
Seni cehenneme KÖMÜR olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ?
******
Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var bir şey bildiğin yok
YARIN AKILSIZ NEYI BILECEKSIN
******
Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ!
******
Ömer Hayyam'dan yazdığın dörtlükler muhteşem..Başucu kitplarımdan biridir.tekrar okumak iyi geldi:)
Sana YeTeCeK KadaR Ben kaLmadı..
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul’muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında….
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi… hani akrep’i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında…
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının… sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime… Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum…
Kadın Beyoğlu’nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu… Adam da… Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında… Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam… Kadının yüzünde
bir hüzün… Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük…
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti…
… Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış… İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar… Hepsi daraltılmış..
sevgili adsız:))
güzel şiir...
Gitmek
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel
Dün Canım olan
Yarın Düşmanım olmaz benim
Yaşananların hatırı hep saklı kalır
Hatırları hep sorulur selamları hep alınır…
Sildiklerim vardır bir de
onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır
Adları anılmaz hatırları sorulmaz
Sadece beddualarımdır
Vicdanla birlikte
Şeref ararım ben sevdiklerimde.
Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim
Zaman gelir şerefsizleri de severim
Her yerde gözüm kulağım vardır benim
“Eksik söylemek yalan söylemek değildir” mantığındaki “Çok Dürüstler”?
Beni değil kendilerini kandırırlar yalnızca
Bilmezden gelişim aptala yatışım
Kaybetme korkumdan değil
"Karşımdakinin yalan söyleme potansiyeline olan merakımdandır!!!..."
İnkar olmaz benim hayatımda
Yaşananı “yaşanmamış” saymam
Sayanları da SAYMAM
kelimelere sığmaz
Sayfalar sürer beni anlatmak
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın
Yaşayan bilir beni yaşamayan anlamaz
Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz
Büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz...
Can Dündar
her zaman duygulanarak okudum bir şarkı sözü:(
Ben Ne İnsanlar Gördüm Sözleri
Ben hayat yumagini sustum sabirla ördüm;
Oysa kisa ömrümde ben ne insanlar gördüm
Gördüm ahlar cekeni gördüm boyun bükeni;
Bir yandanda heryeri cennet sayanlar gördüm
Gördüm ahlar cekeni gördüm boyun bükeni;
Bir yandanda heryeri cennet sayanlar gördüm
İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm
Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm
Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm
Hayat bir cark disinde herkes umut pesinde;
İhtiras atesinde ben ne yananlar gördüm
Oh cekilmez yaraya kursun düsmüs araya;
Tanri diye paraya ben ne tapanlar gördüm
Oh cekilmez yaraya kursun düsmüs araya;
Tanri diye paraya ben ne tapanlar gördüm
İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm
İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm
Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm
Can Yücel
.
Aslında hiç kimse sevmedi,
Bir ben sevdim seni...
Severmiş gibi değil,
Kana kana ...sevdim seni.
Tıka basa sevdim...
Dolu dolu sevdim...
Aslında kimse sevmedi seni,
Sevmekten çekindi
Oysa ben;Yana yana sevdim seni...
Bile bile sevdim...
Aklımdan zorun var gibi,
Aklıma silah dayanmışcasına,
Mecburmuş gibi,
Ve başka çarem yokmuşcasına,
Bir ben sevdim seni...
Aslında bir sen sevmedin beni,
Herkesi sevdiğin gibi...