Yine Bir Yazı Yazalım projesinde yazmış olduğum bir kısa hikaye.
Beyoğlu'nun ara sokaklarından İstiklal Caddesine çıkarken,aklında olan tek şey yetişmesi gereken yerdi.
Galatasaray Lisesi’nin yanından ileri doğru devam edip etmemeyi düşünürken saatine baktı.Daha vakti olduğunu görüp sevinerek Avrupa Pasajına doğru yürümeye başladı.Ne zamandır Madam Sara ve Ginger-Gina ikilisini ziyaret etmemişti.Bu pasajın kapısından her girişinde olduğu gibi yine bir an duraklayıp sanki tarih kokusunu almak istermişcesine derin bir nefes aldı.56 mt. uzunluğunda cam tavana sahip bu pasaj gerçekten üst galerisindeki hala duran insan boyutundaki heykelleri,belki de Jardin des Fleurs adını terk edeli çok kısa bir zaman olduğunda giriş ve çıkışlarında aydınlatmaya kullanılan gaz lambası yuvaları,korent tarzı sütun başlıklarıyla onu hep büyülemişti.Madam Sara’nın dükkanından içeri girdiğinde hemen seslenmeye başladı:
-gingerrr,ginaaaa nerdesiniz?
Üst asma kattan tezgahın üstüne atlayan kocaman gri İran tekiri tanıdık bir sese gelmenin rahatlığıyla mırıl mırıl sesler çıkararak tezgaha boylu boyunca uzanıp karnını kaşıtmaya açtı hemen.
-Ginaa, kızımm, nerde bakalım madam ile ginger?
Kediyle konuşurken içeri çok üzgün yüzlü bir yaşlı hanım girdi.
-Madam nedir bu surat,kötü bir şey mi var?
-Sorma Sis.Gingerı kaybettim dün gece.Dayanamadı artık yaşlılığa.Tek avuntum yanında ben ve gina varken huzurla ve acı çekmeden ölmüş olması.
-Madam çok üzüldüm.Ama konuşmuştuk .Beklenecek bir şeydi bu.Bir kedi için uzun denebilecek bir süre yaşadı biliyorsunuz.17 yıl az değil.Ginamız var .Ne olur üzmeyin kendinizi çok fazla.
Bir yandan Madam sara’yı avutmaya çalışırken bir yandan da kendi üzüntüsünü bastırmaya uğraştı.Yastık diye dalga geçtiği o kedi neredeyse yaşamındaki kişilerden biri haline gelmişti.Konuyu değiştirmeye çalışarak pasajda yapılması planlanan restorasyon işlerinden bahsetmeye başladı.Ki yanlış bir seçimdi.Kendisi kadar Madam da biliyordu ki yapılacak restorasyon bu pasajın tarihi kimliğini tümden yok etmeyi amaçlayan ticari bir plandı.Göxü bir yandan sürekli saatine takılıyordu.
-Madam kısa süreliğine uğrayabildim.Denizle randevum var.Ama söz size, en kısa zamanda uzun uzun oturmaya gelip size kahve falı baktıracağım.
-Sana tekrar kahve falı bakmayacağımı bildiğin halde hiç vazgeçmeyeceksin denemekten Sisciğim.O falda gördüklerimin tek tek gerçekleşmesinin bana verdiği acıyı ve senin yaşamını dağıtmasını unuttum sanmıyorsun değil mi?
-Hadi madam kıyamazsın sen bana.Kahvemi alır da gelirim valla,sen bakmadan da bir adım atmam şurdan.
Küçük de olsa bir gülümseme yaratmış olarak Madamla vedalaşan Sis Tünele doğru yürümeye başladı.Çok az vakti kalmış olmasına rağmen Aznavur Pasajının girişindeki bijutericiye uğramayı da ihmal etmedi.Yine lüzümsuz para harcadığının farkında olarak ama kendine engel olamayarak 2 fular ve bir kolye seti beğenip aceleyle sardırdı.Deniz geç kalınmasından hoşlanmayan bir adamdı.Onun suratını çekmektense hiç gitmemek daha hayırlı olabilirdi.
Narmanlı Hanın kapısından girerken tekrar o bilinmedik ve hayali bir dünyaya girme hissini yaşadı.Bir arkadaşı kendisinin de yazdığı ekşisözlükte tam olarak şöyle tanımlamıştı bu hanı.
‘’ alice in harikalar diyarina gecis yaptigi kuyuya benzer...hayat disarida hizla ve birazda karmasik bir gurultuyle akarken hanin kapisindan baska bir dunyaya gecis yaptiginizi anlarsiniz...karmasa burada rehavet, sakinlik ve belirsiz bir huzurla dolar, yol sizi karsinizda ki noterin onunde bulunan banka yonlendirir...baska bir duyguya burunup, huzurla etrafiniza bakinirsiniz; cayci, hali-kilim onarimi yapan insanlar, kafeste keklikler, kediler, asinmis ve parlamis taslar, cakillar...’’
-Evet ben Alice’im ve bu huzura çok ihtiyacım var.
Kapıdaki küçük tekel bayiisinde duran genç çocuk tam önünden geçerken söylediği bu lafları üstüne alınıp,
-Buyur abla ne istedin anlamadım.dedi
-Yok bir şey canım.Kendi kendime mırıldandım.Ama dur hadi bir paket sigara ver.Kent white lütfen.
Denizin dükkanında sigara içirmeyeceğini bildiğinden bahçedeki banka oturup sigarasını yaktı.O sırada yaşlı bir kadının gelmesiyle ortalığa 50-60 kadar kedi fırladı.Sis’in bildiği kadarıyla bu kadıncağız bu hanın bedri rahmi, aliye berger ve ahmet hamdi tanpınar gibi sanatçıların stüdyo ve pansiyon olarak kiraladığı dairelerinin olduğu zamanlardan beri burada yaşayıp kedilere bakmaktaydı.Sigarasını yarıda söndürüp yerinden kalkıp bahçenin dip köşesinde bulunan Denizin dükkanına yürüdü.Deniz içerde sinirlendim sinirleneceğim ifadesiyle onu beklemekteydi
-Asma sakın suratını .Sadece 1 dk geç kaldım.Geldi mi onu söyle.
-Şişştt geldi.Dikkat çekme,yüksek sesle konuşuyorsun.
-Ee geldiyse ver hadi.Daha fazla vakit kaybedemem.
-Sis,sana öğretemeyeceğim ben bu işi.Bak dışardakiler içeri girmeye hazırlanıyorlar.Kapa çeneni ve onları yollamamı bekle.Haa bu arada bir şeylere bakıp müşteriymiş gibi davran.
İçeri giren genç kızla erkek kitaplara kasetlere bakmaya başladılar.Sis bir yandan tırnak yememek için kendini zor tutup bir yandan normal davranmaya çalışıyordu.Şu biraz sonra yapacağı alışveriş hayatının belki en önemli alışverişlerinden biriydi.Bir o kadar da pahalı bir alışveriş olacaktı.Alacağı şeyin kendisinde olduğunun duyulması ne kadar zaman alırdı acaba.İçinden ‘’çok uzun sürmez,kısa zamanda öğrenip peşime düşerler.iyi saklamalıyım.’’dedi
O sırada vitrinin önüne koyu renk takım elbiseli yaşlıca bir adam gelip vitrine bakarmış gibi yapıp aslında içeriyi kesmeye başladı.Sis Denizin de fark edip etmediğinden emin olamadan kaçamak bakışlarla dışardaki adamı kolluyordu.Eğer bu adam tahmin ettiği kişiyse ve Deniz de fark ederse alış veriş gerçekleşmezdi.Deniz kendini hiç riske atmamasıyla bilinen bir satıcıydı.
Zaman durmuş gibiydi.Ne içerdeki gençler çıkmayı biliyor ne vitrinin önündeki yaşlı adam yerinden ayrılıyordu.Deniz ise hala kendisini tanımazmış gibi davranmaya devam ediyordu.İçinde gitgide büyüyen bir sabırsızlık,bir ihtiyaç duygusu ve ya onu alamazsam korkusuyla bir anda karar verdi.Dışarı çıktı.Yaşlı adamın hemen yanında dikilip suratına bakmaya başladı.Yaşlı adam bir iki huzursuzlandıktan sonra döndü ve,
-Buyrun kızım,bir şey mi diyecektiniz?
-Yoo sadece bu kadar uzun uzun vitrinde neye baktığınızı merak ettim.Sakıncası yoksa söyleyin ben de bakayım ilginizi çeken şeye.
-Haa önemli bir şey değil aslında.Şurdaki rönesans dönemi eserlerin tarihçelerini anlatan kitap ilgimi çekmişti.Torunum sanat tarihi okuyor da.Ona güzel bir hediye olabilir demiştim.Ama emekli maaaşımla alamayacağım belli.
Sis içi çok rahatlamış olarak dükkana geri döndü,Vitrine uzanıp kitabı aldı,bir poşete koydu.Ve denizin şaşkın bakışları arasında dışarı çıkıp yaşlı adama verdi.
-Buyrun,Ben bu dükkanın sahiplerinden sayılırım.Torununuza benim hediyem olsun.
Yaşlı adam itiraz etmeye başladığında tüm şirinliği ve çekiciliğini kullanıp (ki sevmezdi kadın kartını oynamayı,ama şimdi ihtiyacı vardı)adamı ikna etti.Yaşlı adam binbir teşekkür mırıldanıp bir yandan da numarasının yazılı olduğu kartı eline sıkıştırıp belki boyunu ve yaşını aşan hayalleriyle oradan uzaklaştığında içerdeki gençler de çıkmıştı
-Hadi deniz ver artık.Her an yeni biri gelebilir.Çok fazla riske giriyoruz.Ve dayanamıyorum artık,elimde tutmalıyım bir an önce.
Deniz arkadaki küçük deposuna gidip elinde kahverengi kağıda sarılmış bir paketle döndü.Sis’e verirken.
-Göstermeden taşı.Allahtan kocaman pazar çantası modası var da o ufacık şeylerden biriyle gelmemişsin. dedi.
Paketi çantasına koyup Deniz’e kocaman bir öpücük veren Sis dışarı fırlarken geriye dönüp
-Ödemeni her zamanki yöntemle alacaksın.2 hafta sonra,Bodrumdaki banka şubene yollamış olurum.dedi
Handan çıkar çıkmaz bir taksiye atladı.Kısacık Teşvikiye yolu bitmek bilmedi sanki.Çantasındaki paket aç kalmışcasına susuz kalmışcasına aç ve beni kullan diyordu.Ama arabada yapılacak iş değildi bu.eve kadar zor bela kendini tutup taksi şoförüne para üstü bile beklemeden bir 20 lira verip kendini eve attı.Ayakkabılarını bile çıkarmadan salona geçip çantasından paketi çıkardı.O aç gözlülüğüyle bile paketi içindekine zarar vermemek için düzgünce açabilmeyi akıl edebildi.Ve işte karşısında ellerinin arasındaydı.
Moscow, 4/16 March 1870, conducted by Nikolai Rubinstein,(1869 version),Composed by Pyotr Ilyich Tchaikovsky, Romeo and Juliet , Overture-fantasia after Shakespeare's drama ,the world premiere of second edition.
Elinde tuttuğu şey,koleksiyonerlerin neredeyse uğruna adam öldürebileceği kadar kıymetli bir taş plak kaydıydı.Bu hazineye sahip olmak için göze aldıklarını bir yana bırakıp müzik setine plağı koydu,bir sigara yaktı ve müziğin eşsiz nağmeleriyle ertesi gün iş yerine gittiğinde olabilecekleri bir an olsun unutup kendi dünyasına daldı.
SON
Galatasaray Lisesi’nin yanından ileri doğru devam edip etmemeyi düşünürken saatine baktı.Daha vakti olduğunu görüp sevinerek Avrupa Pasajına doğru yürümeye başladı.Ne zamandır Madam Sara ve Ginger-Gina ikilisini ziyaret etmemişti.Bu pasajın kapısından her girişinde olduğu gibi yine bir an duraklayıp sanki tarih kokusunu almak istermişcesine derin bir nefes aldı.56 mt. uzunluğunda cam tavana sahip bu pasaj gerçekten üst galerisindeki hala duran insan boyutundaki heykelleri,belki de Jardin des Fleurs adını terk edeli çok kısa bir zaman olduğunda giriş ve çıkışlarında aydınlatmaya kullanılan gaz lambası yuvaları,korent tarzı sütun başlıklarıyla onu hep büyülemişti.Madam Sara’nın dükkanından içeri girdiğinde hemen seslenmeye başladı:
-gingerrr,ginaaaa nerdesiniz?
Üst asma kattan tezgahın üstüne atlayan kocaman gri İran tekiri tanıdık bir sese gelmenin rahatlığıyla mırıl mırıl sesler çıkararak tezgaha boylu boyunca uzanıp karnını kaşıtmaya açtı hemen.
-Ginaa, kızımm, nerde bakalım madam ile ginger?
Kediyle konuşurken içeri çok üzgün yüzlü bir yaşlı hanım girdi.
-Madam nedir bu surat,kötü bir şey mi var?
-Sorma Sis.Gingerı kaybettim dün gece.Dayanamadı artık yaşlılığa.Tek avuntum yanında ben ve gina varken huzurla ve acı çekmeden ölmüş olması.
-Madam çok üzüldüm.Ama konuşmuştuk .Beklenecek bir şeydi bu.Bir kedi için uzun denebilecek bir süre yaşadı biliyorsunuz.17 yıl az değil.Ginamız var .Ne olur üzmeyin kendinizi çok fazla.
Bir yandan Madam sara’yı avutmaya çalışırken bir yandan da kendi üzüntüsünü bastırmaya uğraştı.Yastık diye dalga geçtiği o kedi neredeyse yaşamındaki kişilerden biri haline gelmişti.Konuyu değiştirmeye çalışarak pasajda yapılması planlanan restorasyon işlerinden bahsetmeye başladı.Ki yanlış bir seçimdi.Kendisi kadar Madam da biliyordu ki yapılacak restorasyon bu pasajın tarihi kimliğini tümden yok etmeyi amaçlayan ticari bir plandı.Göxü bir yandan sürekli saatine takılıyordu.
-Madam kısa süreliğine uğrayabildim.Denizle randevum var.Ama söz size, en kısa zamanda uzun uzun oturmaya gelip size kahve falı baktıracağım.
-Sana tekrar kahve falı bakmayacağımı bildiğin halde hiç vazgeçmeyeceksin denemekten Sisciğim.O falda gördüklerimin tek tek gerçekleşmesinin bana verdiği acıyı ve senin yaşamını dağıtmasını unuttum sanmıyorsun değil mi?
-Hadi madam kıyamazsın sen bana.Kahvemi alır da gelirim valla,sen bakmadan da bir adım atmam şurdan.
Küçük de olsa bir gülümseme yaratmış olarak Madamla vedalaşan Sis Tünele doğru yürümeye başladı.Çok az vakti kalmış olmasına rağmen Aznavur Pasajının girişindeki bijutericiye uğramayı da ihmal etmedi.Yine lüzümsuz para harcadığının farkında olarak ama kendine engel olamayarak 2 fular ve bir kolye seti beğenip aceleyle sardırdı.Deniz geç kalınmasından hoşlanmayan bir adamdı.Onun suratını çekmektense hiç gitmemek daha hayırlı olabilirdi.
Narmanlı Hanın kapısından girerken tekrar o bilinmedik ve hayali bir dünyaya girme hissini yaşadı.Bir arkadaşı kendisinin de yazdığı ekşisözlükte tam olarak şöyle tanımlamıştı bu hanı.
‘’ alice in harikalar diyarina gecis yaptigi kuyuya benzer...hayat disarida hizla ve birazda karmasik bir gurultuyle akarken hanin kapisindan baska bir dunyaya gecis yaptiginizi anlarsiniz...karmasa burada rehavet, sakinlik ve belirsiz bir huzurla dolar, yol sizi karsinizda ki noterin onunde bulunan banka yonlendirir...baska bir duyguya burunup, huzurla etrafiniza bakinirsiniz; cayci, hali-kilim onarimi yapan insanlar, kafeste keklikler, kediler, asinmis ve parlamis taslar, cakillar...’’
-Evet ben Alice’im ve bu huzura çok ihtiyacım var.
Kapıdaki küçük tekel bayiisinde duran genç çocuk tam önünden geçerken söylediği bu lafları üstüne alınıp,
-Buyur abla ne istedin anlamadım.dedi
-Yok bir şey canım.Kendi kendime mırıldandım.Ama dur hadi bir paket sigara ver.Kent white lütfen.
Denizin dükkanında sigara içirmeyeceğini bildiğinden bahçedeki banka oturup sigarasını yaktı.O sırada yaşlı bir kadının gelmesiyle ortalığa 50-60 kadar kedi fırladı.Sis’in bildiği kadarıyla bu kadıncağız bu hanın bedri rahmi, aliye berger ve ahmet hamdi tanpınar gibi sanatçıların stüdyo ve pansiyon olarak kiraladığı dairelerinin olduğu zamanlardan beri burada yaşayıp kedilere bakmaktaydı.Sigarasını yarıda söndürüp yerinden kalkıp bahçenin dip köşesinde bulunan Denizin dükkanına yürüdü.Deniz içerde sinirlendim sinirleneceğim ifadesiyle onu beklemekteydi
-Asma sakın suratını .Sadece 1 dk geç kaldım.Geldi mi onu söyle.
-Şişştt geldi.Dikkat çekme,yüksek sesle konuşuyorsun.
-Ee geldiyse ver hadi.Daha fazla vakit kaybedemem.
-Sis,sana öğretemeyeceğim ben bu işi.Bak dışardakiler içeri girmeye hazırlanıyorlar.Kapa çeneni ve onları yollamamı bekle.Haa bu arada bir şeylere bakıp müşteriymiş gibi davran.
İçeri giren genç kızla erkek kitaplara kasetlere bakmaya başladılar.Sis bir yandan tırnak yememek için kendini zor tutup bir yandan normal davranmaya çalışıyordu.Şu biraz sonra yapacağı alışveriş hayatının belki en önemli alışverişlerinden biriydi.Bir o kadar da pahalı bir alışveriş olacaktı.Alacağı şeyin kendisinde olduğunun duyulması ne kadar zaman alırdı acaba.İçinden ‘’çok uzun sürmez,kısa zamanda öğrenip peşime düşerler.iyi saklamalıyım.’’dedi
O sırada vitrinin önüne koyu renk takım elbiseli yaşlıca bir adam gelip vitrine bakarmış gibi yapıp aslında içeriyi kesmeye başladı.Sis Denizin de fark edip etmediğinden emin olamadan kaçamak bakışlarla dışardaki adamı kolluyordu.Eğer bu adam tahmin ettiği kişiyse ve Deniz de fark ederse alış veriş gerçekleşmezdi.Deniz kendini hiç riske atmamasıyla bilinen bir satıcıydı.
Zaman durmuş gibiydi.Ne içerdeki gençler çıkmayı biliyor ne vitrinin önündeki yaşlı adam yerinden ayrılıyordu.Deniz ise hala kendisini tanımazmış gibi davranmaya devam ediyordu.İçinde gitgide büyüyen bir sabırsızlık,bir ihtiyaç duygusu ve ya onu alamazsam korkusuyla bir anda karar verdi.Dışarı çıktı.Yaşlı adamın hemen yanında dikilip suratına bakmaya başladı.Yaşlı adam bir iki huzursuzlandıktan sonra döndü ve,
-Buyrun kızım,bir şey mi diyecektiniz?
-Yoo sadece bu kadar uzun uzun vitrinde neye baktığınızı merak ettim.Sakıncası yoksa söyleyin ben de bakayım ilginizi çeken şeye.
-Haa önemli bir şey değil aslında.Şurdaki rönesans dönemi eserlerin tarihçelerini anlatan kitap ilgimi çekmişti.Torunum sanat tarihi okuyor da.Ona güzel bir hediye olabilir demiştim.Ama emekli maaaşımla alamayacağım belli.
Sis içi çok rahatlamış olarak dükkana geri döndü,Vitrine uzanıp kitabı aldı,bir poşete koydu.Ve denizin şaşkın bakışları arasında dışarı çıkıp yaşlı adama verdi.
-Buyrun,Ben bu dükkanın sahiplerinden sayılırım.Torununuza benim hediyem olsun.
Yaşlı adam itiraz etmeye başladığında tüm şirinliği ve çekiciliğini kullanıp (ki sevmezdi kadın kartını oynamayı,ama şimdi ihtiyacı vardı)adamı ikna etti.Yaşlı adam binbir teşekkür mırıldanıp bir yandan da numarasının yazılı olduğu kartı eline sıkıştırıp belki boyunu ve yaşını aşan hayalleriyle oradan uzaklaştığında içerdeki gençler de çıkmıştı
-Hadi deniz ver artık.Her an yeni biri gelebilir.Çok fazla riske giriyoruz.Ve dayanamıyorum artık,elimde tutmalıyım bir an önce.
Deniz arkadaki küçük deposuna gidip elinde kahverengi kağıda sarılmış bir paketle döndü.Sis’e verirken.
-Göstermeden taşı.Allahtan kocaman pazar çantası modası var da o ufacık şeylerden biriyle gelmemişsin. dedi.
Paketi çantasına koyup Deniz’e kocaman bir öpücük veren Sis dışarı fırlarken geriye dönüp
-Ödemeni her zamanki yöntemle alacaksın.2 hafta sonra,Bodrumdaki banka şubene yollamış olurum.dedi
Handan çıkar çıkmaz bir taksiye atladı.Kısacık Teşvikiye yolu bitmek bilmedi sanki.Çantasındaki paket aç kalmışcasına susuz kalmışcasına aç ve beni kullan diyordu.Ama arabada yapılacak iş değildi bu.eve kadar zor bela kendini tutup taksi şoförüne para üstü bile beklemeden bir 20 lira verip kendini eve attı.Ayakkabılarını bile çıkarmadan salona geçip çantasından paketi çıkardı.O aç gözlülüğüyle bile paketi içindekine zarar vermemek için düzgünce açabilmeyi akıl edebildi.Ve işte karşısında ellerinin arasındaydı.
Moscow, 4/16 March 1870, conducted by Nikolai Rubinstein,(1869 version),Composed by Pyotr Ilyich Tchaikovsky, Romeo and Juliet , Overture-fantasia after Shakespeare's drama ,the world premiere of second edition.
Elinde tuttuğu şey,koleksiyonerlerin neredeyse uğruna adam öldürebileceği kadar kıymetli bir taş plak kaydıydı.Bu hazineye sahip olmak için göze aldıklarını bir yana bırakıp müzik setine plağı koydu,bir sigara yaktı ve müziğin eşsiz nağmeleriyle ertesi gün iş yerine gittiğinde olabilecekleri bir an olsun unutup kendi dünyasına daldı.
SON
Bu yazıyı okuduktan sonra seninle ilgili olarak düşündüğüm tüm sıfatlar
toplandı,birikti, bir potada eridi ve tek kelime kaldı geriye. "Kalite"
Bu yazıyı keyifle, merakla, hayranlıkla sonlara doğru birazcık kaygı ve korkuyla okudum.
Bir önceki yazında olduğu gibi final
müthişti.
Seviyom Yengeç önsezilerimi.
Canım Asu çok teşekkürler. Bu arada öyküdeki madam, gina ve ginger isimli devasa iran tekirleri, Narmanlı Han, Deniz, Avrupa pasajı ve o plak ; hepsi gerçektir. tabii ki plak o kadar değerli değil :))
Siissss...Medeeetttt. Maill...
Çok güzel bir yazı olmuş, eline sağlık :)