İstanbul'u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhanelerıyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geciyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
Orhan Veli Kanık
İstanbul'a uzaktan bakan bir gözden okumak ister misiniz? 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul'u. Umarım beğenirsiniz.
Ben İstanbul’da ikamet etmiyorum. Ben İstanbul’a çok sıkta gitmiyorum. Ben İstanbul’u çokta iyi tanımıyorum, bilmiyorum. İstanbul’da en uzun kaldığım süre 20 günü geçmedi. O da staj yapmak için tesadüfen gerçekleşen bir kalmaydı. Ama o 20 günde, ben İstanbul’u yaşadım. İstanbul’da bir güzel İstanbul kadar güzel sözünün ne demek istediğini anladım.
İstanbul sadece bir şehir değildir. Şairin de dediği gibi “İstanbul şehirlerin sultanı ya da sultanların şehri”dir. İstanbul bir dünyadır. Her şehrin kendine has bir özelliği, bir kültürü, bir rengi ve bir müziği vardır ama İstanbul’da her şehrin kültüründen, renginden, müziğinden kısaca her şehrin tüm özelliklerinden bir şeyler bulursunuz.
Bence İstanbul’da yaşanmaz, İstanbul yaşanır. Eğer her sabah erkenden kalkıp, işe yetişme telaşı ile koşar adım evinizden çıkıp, yoldaki sıkışık trafiğin sinirlerinizi bozması ile güne başlıyorsanız, işyerinize girince kapınızı kapatıp, önünüzdeki işlere dalıp yemek vaktine kadar harıl harıl çalışıyorsanız, öğle yemeği dediğiniz açlığınızı yatıştırmak için alel ade bir şeyler atıştırmaksa, mesai bittiğinde de geldiğiniz yoldan aynı telâşe ile bir an önce evinize kendinizi atma gayretindeyseniz, siz İstanbul’da yaşıyorsunuz ama İstanbul’u yaşamıyorsunuz. Eğer günlerinizin çoğu böyle geçiyorsa, İstanbul size bir değer katmaz, aksine sizden, sevdiklerinizden ve ömrünüzden birçok şeyi alır götürür, farkına bile varamazsınız. İstanbul kendisini sevmeyeni hiç sevmez. İstanbul’u severseniz, O sizi sizden daha çok sever. Sizin mutluluğunuzu ister ve tüm güzellikleri önünüze serer. Yeter ki görmek isteyin.
İşiniz gereği bir yakadan bir yakaya geçmeniz gerekebilir. Eğer böyle ise bunu bir dezavantaj olarak değil avantaj olarak görmeyi deneyebilirsiniz. Dünyada kaç kişi bu şansa sahiptir? İki kıtayı birleştiren muazzam bir köprüden geçmek ve muazzam bir manzara seyrederek işe gitmek kaç kişiye nasip olur? Birçok kişi o manzarayı görmek için dünyanın öbür ucundan tonlarca para harcayarak geliyor. Oysa Siz beklide en fazla 2 liralık bir dolmuş ücreti ile bu şansı yakalıyorsunuz.
Karşıya geçmek için vapur ya da deniz otobüslerini tercih ediyorsanız inanın bana milyon dolarlık yatları olan kişiler bile böyle manzaralar göremiyorlardır bazen. Çıkın güverteye alın elinize bir simit hem siz yiyin hem de yanı başınızdaki martılara atın birkaç parça. Yaşadığınız mutluluğun bedeli inanın bir simit parasından daha çoğuna değer. O martılar hiçbir zaman o yatlardakilere gülümsemezler, onların vereceği pahalı yiyeceklere tenezzül edip yanlarına sokulmazlar.
Banliyö trenine biniyorsanız kendinizi koltuğunuza huzur içinde bırakın. Gözünün dışarıda kulağınız trenin teker seslerinde olsun. Birkaç dakika fırsatınız olursa ara bir durakta inip bir banka oturup 5 dakika soluklanın. Etrafı seyredin. Bazı durakların çok güzel manzaraları var inanın.
Eğer işinize kendi arabanızla gidiyorsanız koyun güzel bir cd ya da açın beğendiğiniz bir radyo kanalını. En kısa yoldan değil en güzel yoldan gitmeye çalışın işinize. Varsın biraz geç kalın. Şehrin öteki yüzünü tanımanın bedeli patronunuzdan işiteceğiniz azar olsun. Eğer trafik sıkışıksa sinirlenmeyin. Belki de o sıkışıklık sizin ya da bir başkasının hayatını kurtarmak için planlanmış olamaz mı? Yol açık olsaydı belki gaza biraz daha hızlı basacaktınız, belki başka biri hız yapacaktı ve size ya da sevdiklerinize zarar verecekti. Ama o sıkışıklık sayesinde asla istemeyeceğiniz şeylerin önüne geçilmiş olabilir. Ya da bir hasta veya yaralıyı hastaneye götürmek için acele eden bir ambulans yüzünden trafik sıkışmış olamaz mı? Eğer öyle ise varsın biraz trafikte bekleyiverin, ne olacak ki? Yeter ki o yaralı ya da hasta zamanında hastaneye varabilsin dimi.
İstanbul’un her semtinde her noktasında bir güzellik var. Yeter ki görmek isteyin. Başınızı sağınıza ya da solunuza çevirdiğiniz her yerde ya bir tarihi eser, ya eski bir ev ya ilginç bir adam ya eşsiz bir manzara göreceksinizdir. Eğer bunların hiç biri yoksa bir ağaç bir çiçek ya da bir kuş, bir kedi, köpek arayın.
Çıkın Sultan Ahmet’e, o eşsiz camiye bakın mesela. Bakın ama sadece bakmakla kalmayıp görmeye çalışın. Baktığınızda altı tane minaresinin olduğunu görürsünüz. Bakmakla kalmayıp görmek isterseniz dönemin padişahı I. Ahmet’in minareler yapılırken altından yapılmasını emrettiğini, ama bütçeyi aşacak bir miktar ortaya çıkınca da caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağanın emri “altı minare” olarak anladığı için bu şekilde olduğunu görürsünüz. O devirde altı minareli tek mabed sadece Mekke’de olduğu için ve altı minare Mekke’ye saygısızlık sayılacağı için yapılan eleştirilerin önüne geçmek maksadıyla Mekke’ye yedinci minareyi yaptırarak bu sorunu da hallettiğini görürsünüz.
Başınızı çevirdiğinizde Aya Soyfa’yı görürsünüz. Tabii görmek isterseniz.Dünya’nın en eski katedrali olduğunu bilirseniz, 1520 yılına kadar en büyük katedral olduğunu, en hızlı inşa edilmiş katedral (5 yılda yapılmış) ve en uzun süreli ibadet yerlerinden biri olduğunu da görürsünüz.
Ya da hemen yanı başınızdaki Dikilitaşa bakabilir hatta isterseniz görebilirsiniz de. İstanbul’daki en eski tarihi eser olduğunu bilirseniz, MÖ 1550 de Firavun III. Tutmosis tarafından yaptırıldığını ve Romalılar tarafından Mısır’dan getirildiğini bilirseniz bakarken görüyorsunuzdur da.
Sarayburnu’na doğru inip Topkapı sarayına baktığınızda 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu döneminin 400 yıllık yönetiminin bu sarayda yapıldığını görürsünüz. Şu anki yüzölçümü 80.000 m2 olmasına rağmen Osmanlı Döneminde 700.000 m2 lik bir alana yayıldığını da görebilirsiniz.
Bunları yapamazsanız da üzülmeyin. Daha bir sürü şey var İstanbul’u yaşamak için. Mesela Arkeoloji Müzesi'nin bahçesindeki kafede, yüz yıllık ağaçların gölgesinde zaman ve mekandan koparak soluklanıp çay ya da kahve içebilirsiniz. Ya da Kadıköy'deki balona binip, Adalar, Boğaz ve Marmara'yı seyretmeye ne dersiniz? Emirgan korusunda nisanın ikinci haftası sakura ağaçlarının güzelliği karşısında kendinizden geçip uzun bir yürüyüşte yapabilirsiniz. Şehrin gürültüsünden sıkıldığınızda Ağva’ya doğru uzanıp yabani mantar közlemek, derede sandal sefası da yapabilirsiniz.
Soğuk bir kış gününde Ortodoks patrikhanesinin kilisesi Aya Yorgi'de bir Noel ayini izleyebilirsiniz ya da bir Ramazan akşamı Eyüp Sultan’a gidebilir, Beyazıt Çorlulu Ali Paşa Medresesinde fasıl dinleyebilir, Galata Mevlevihane’sinde sema ayini izleyebilirsiniz. Bunlar bana göre değil diyorsanız, Galata Köprüsü'ne doğru yürümeyi seçebilirsiniz. Ve varsa oltanız Marmara’nın bereketli sularına savurup rast gele diyerek istavrit avını deneyebilirsiniz.
Beyoğlu Emek sinemasında film seyretmeye ne dersiniz? Bu da bana uymaz derseniz Kadıköy Süreyya’da opera izlemenizi tavsiye ederim. Opera sevmem ama müzik severim derseniz, Rumeli Hisarı, Kuruçeşme Arena veya Açıkhava sahnesinde sevdiğiniz sanatçının konserine bir bilette alabilirsiniz.
Biliyorum İstanbul için kısa ama burası için uzun bir yazı oldu. Sizleri daha fazla sıkmak istemiyorum. Son sözüm Siz yeter ki İstanbul’u yaşamayı seçin. İstanbul size cömert davranacaktır.
...
GİTTİK/GEZDİK/GELDİK 7-AMERSFOORT
-
Günlerden pazar ve Hollanda'daki son tam günümüz. Ev sahibimiz N.'nin bugün
işleri var, bizimle gelemiyor. M. bize bir program yapıyor, Utrecht'e
trenle ...
19 saat önce
teşekkürler paytarım.yazı harika olmuş
İstanbul'da bizzat yaşıyor olmak insanı kör ediyor; biz daha çok onun trafiğini, gürültüsünü ve koşuşturmacasını yaşıyoruz... Güzel bir yazı olmuş, arada bir çemberin dışına çıkıp öyle bakmak lazım İstanbul'a...