Labirent

    Yazan: Sis Etiket: »
    Beğeniler


    Yazarı : Kate Mosse
    Orjinal Adı : Labyrinth
    Çeviren : Sevin Okyay
    Yayın Yılı : Ekim 2006
    Sayfa sayısı : 670sayfa
    ISBN :975-21-0764-8

    Tên përdu jhamâi së rëcôbro...( kaybedilen zaman asla yeniden kazanılamaz ) Ortaçağ Occitane deyişi.

    Çook önceden okuduğum ve bir kaç ay önce romanın geçtiği coğrafi yöre ile ilgili bir hatırlama sayesinde tekrar okuduğum,yaklaşık üç aydır da hadi yazsam diye düşündüğüm bir kitap. Öncelikle Kate Mosse bir seriye adım atmıştır bu kitapla, onu belirtmekte yarar görüyorum. Serinin ikinci kitabı olan Tapınak şu anda elimde okuduğum üç kitaptan biri. Bittiği anda tabii bitirmeyi başarabilirsem ( bana tatil lazım tatil ki bitirebileyim şu kitaplarımı ) onu da yazacağım. Neyse Labirente dönersek eğer...

    Tanıtım yazısından:

    Üç Sır
    İki Kadın
    Bir Kase

    Temmuz 1209: Carcassona'da on altı yaşında bir kıza babası Kutsal Kâse'nin gerçek sırrını anlattığını iddia ettiği esrarengiz bir kitap verir. Alais kitaptaki garip kelimelerin ve simgelerin altında gizlenen anlamları anlamasa da bu kitabı canı pahasına saklaması gerektiğini, kaderinin buna bağlı olduğunu bilir. Binlerce yıl geçmişe, kadim Mısır'ın çöllerine dek uzanan labirentin sırrını saklamak büyük fedakârlıklara ve sonuna kadar inanmaya bağlıdır...

    Temmuz 2005: Carcassona'nın varoşlarındaki dağlarda arkeolojik bir kazıya katılan Alice Tanner, bir rastlantı sonucu iki iskelet bulur. Gizli mezardaki tabutun içindeki kemikleri görünce bunların karabasanları andıran kötücül gücünü hisseder. Aynı zamanda kayaya kazınmış gizemli kadim kelimeleri her nasılsa anladığını ürpererek fark eder.

    Alice sonunda, kontrol edemediği korkutucu olaylar dizisinin içine yuvarlandığını ve kaderinin 800 yıl önce yaşayan Katharların yazgısıyla birbirine düğümlendiğini anlar.

    Ve işin bencesi :
    Bir kutsal kase kitabına daha hoş geldiniz. Ama bir farkı var. Yazar olayı Fransa'da belli bir bölgeye konuşlandırmış ve bölgenin hem coğrafi hem kültürel hem linguistik özelliklerini çok iyi çalışıp romanda gerçeğe maximum uygunlukla vermeyi başarmış. Kutsal kasenin ne olduğu son yıllarda her yazar ve eli kalem ya da klavye gören herkes tarafından fütursuzca yorumlanmışken Kate Mosse biraz daha kasenin adı altında bize asırlar sürecek bir epik hikaye anlatmayı denemiş bence.

    Kan bağı yoluyla yüz yıllar önceki atasının yaşadıklarını ve hissettiklerini algılayabilen bir kadınla başlıyoruz romana, Alice. Alice'in yolculuğu sadece atasının yaşadığı acımasız bir zaman dilimi olan 13cü yüzyıla değil, atasının yaşadıklarını sağlayan taa kadim Mısır uygarlığına kadar gidiyor. Dünyanın en büyük sırrı ve gücünü barındırdığı için bir tür tarikat tarafından korunmaya alınan üçlemeler kitaplarıyla tanışıyoruz. Kelimeler Kitabı,İksirler Kitabı,Sayılar Kitabı. Haçlı seferleri sırasında Kudüste ele geçirilen ve gücünü kötüye kullanmak isteyebilecek insanlar tarafından ele geçirilmesin diye korumaya alınmış kitaplar bunlar. Yazar bizi Fransa Provence'deki Languedoc adlı bölgeye sanki orada yaşarmışcasına götürmeyi başarıyor. Şimdiki Fransızcanın temeli olan langue d'Oc diliyle tanışırken 13cü yüzyılda papalık tarafından kırıma uğratılan Katharları ( Les Bons Chrétiens ) tanımamızı , Fransız-İngiliz savaşlarını, ve serinin sonraki kitaplarında da karşılaşacağımız kişilik Audric Baillard ' ı ( kitapların gücüyle ölümsüzlüğe sahip olan bir adam ) tanımamızı sağlıyor.

    Şövalyelerin, güzel ve cesur kadınların, din mistisizminin, büyük bir aşkın ve hepsinden önce bir eski kıta tarihinin başrolde olduğu bir roman bu. Eğer bu saydıklarım ilgi alanınız içindeyse severek okuyacağınıza eminim.

    Aşağıda yer alan uzun pasaj ciddi şekilde spoiler içermektedir. Kitaptan alıntı :

    "Hakikati öğrenmek istiyorum," diye tekrarladı Alice."Labirent ve Kase'nin ne şekilde bağlantılı olduğunu bilmek istiyorum.Yani bağlantılıysalar eğer."
    "Kase'nin hakikati," dedi adam.Gözlerini ona dikti."Söyle bana,Madomaisela,Kase hakkında ne biliyorsun?"
    "Her zamanki şeyler sanırım." dedi kız,onun ciddi bir cevap vermesini beklemediğini varsayarak.
    "Hayır,gerçekten.Ne keşfettiğini duymakla ilgileniyorum."
    Alice iskemlesinde rahatsız rahatsız kıpırdandı."Sanırım ben de onun,içinde ebedi hayat armağanı sunan bir bengi su kadehi olduğu şeklindeki standart fikre bağlıyım."
    Alice sözünü kesti ve utangaç bir edayla Baillard'a baktı.
    "Bir armağan mı?" diye sordu adam,başını sallayarak."Hayır,bir armağan değil." İçini çekti."Ve bu hikayeler ilk olarak nereden çıktı sanıyorsun?"
    "İncil herhalde.Ya da muhtemelen Ölü Deniz Yazıtları.Belki de başka bir eski Hıristiyan yazısından gelmiştir,emin değilim.Daha önce bu konuda hiç bu şekilde düşünmemiştim."
    Audric başıyla onayladı."Sık rastlanan bir yanılgıdır.Aslında senin sözünü ettiğin hikayenin ilk versiyonları 12. yüzyıldan kaynaklandı,ama klasik edebiyatla Kelt edebiyatının temalarıyla arasında aşikar benzerlikler var.Özellikle de Ortaçağ Fransa'sındakilerle."
    Alice,Toulouse'daki kütüphanede bulduğu haritayı birden hatırladı."Labirent gibi."
    Adam gülümsedi,ama bir şey demedi."12. yüzyılın son çeyreğinde Chretien de Troyes diye bir şair yaşardı.İlk hamisi,Champagne Kontu ile evlenmiş olan Aquitanelı Eleanor'un kızlarından biri olan Marie'ydi.O 1181'de öldükten sonra,Marie'nin kuzenlerinden biri olan Flanders Kontu Alsacelı Philip hamisi oldu.
    Chretien kendi döneminde müthiş popülerdi.Latince ve Grekçeden klasik hikayeler çevirerek adını duyurmuş,sonra da yeteneğini senin Lancelot,Gawain ve PERCEVAL diye bildiğin şövalyeler hakkında bir dizi şövalye hikayesi yazmaya yöneltmişti.Bu alegorik hikayeler bir Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hikaye dalgasının ortaya çıkmasına yol açtı." Durakladı."PERCEVAL hikayesi-Li contes del graal-Kutsal Kase'nin günümüze kadar gelmiş ilk anlatımıdır."
    "Ama..." Alice karşı çıkma girişiminde bulundu.Kaşlarını çattı."Hikayeyi uydurmuş olamaz değil mi?Öyle bir şey değil.Hiç yoktan çıkmış olamaz ya."
    Audric'in yüzünde yine aynı hafif tebessüm belirdi.
    "Kaynağını belirtmeye davet edilince,Chretien,Kase'nin hikayesini hamisi Philip'in ona verdiği bir kitaptan aldığını iddia etti.Zaten Kase'nin hikayesi de Philip'e ithaf edilmişti.Üzücüdür ki Philip,Üçüncü Haçlı Seferi sırasında 1191'deki Acre kuşatmasında öldü.Bunun sonucu olarak da şiir asla bitirilmedi."
    "Chretien'e ne oldu?"
    "Philip'in ölümünden sonra hakkında hiç kayıt yok.Resmen yok oldu."
    "Garip değil mi,madem o kadar meşhurmuş?"
    "Ölümünün kaydedilmemiş olması mümkündür." dedi Audric yavaşça.
    Alice dikkatle ona baktı."Ama öyle sanmıyorsun ha?"
    Audric cevap vermedi."Chretien'in hikayesini tamamlamama kararına rağmen Kutsal Kase'nin hikayesi yine de kendiliğinden hayata geçti.Eski Fransızcadan doğrudan doğruya Orta Flemenkçe ve Eski Galceye uyarlamalar yapıldı.Birkaç yıl sonra başka bir şair,Wolfram von Eschenbach,1200 yılı civarında Parzival diye hayli gülünç bir versiyonunu yazdı.Chretien'in versiyonunun değil de,meçhul bir yazarın kaleme aldığı başka bir hikayenin izleğini sürdüğünü iddia etti."
    Alice var gücüyle düşünüyordu."Chretien,Kase'yi tam olarak nasıl tarif ediyor?"
    "Belirsiz kalıyor.Onu bir tür tabak içinde sunuyor,daha çok bir kadehe benziyor,Ortaçağ Latin kelimesi gradalis gibi,ki Eski Fransızcanın gradal'ı ya da graal da bundan gelir.Eschenbach daha açık.Onun Kase'si-gral-bir taş."
    "Peki Kutsal Kase'nin Son Yemek'te İsa tarafından kullanılan kupa olduğu fikri nereden çıktı?"
    Audric parmaklarını birbirine bastırdı."Başka bir yazardan,Robert de Baron adlı bir adamdan.Chretien'in Percaval'i ile 1199 arasında,Joseph d'Arimathie diye manzum bir hikaye yazmıştı.De Baron'un Kase'si yalnızca bir kap olmakla kalmıyor-Son Yemek'in,san greal dediği kadehi-üstelik de onu Çarmıh'tan alınan kanla dolduruyor.Modern Fransızcadaki sang real, 'hakiki' kan ya da 'kraliyet' kanı."
    Durup başını kaldırarak Alice'e baktı.
    "Labirent Üçlemesi'nin muhafızları için bu lisan karışıklığı-san greal ve sang real-çok elverişli bir gizleme yöntemiydi."
    "Ama Kutsal Kase bir mit." dedi kız inatla."Doğru olamaz."
    "Kutsal Kase kesinlikle bir mit." dedi adam,gözlerini onun gözlerinden ayırmadan."Çekici bir masal.Eğer yakından bakarsan,bütün bu hikayelerin aynı temanın süslemeleri olduğunu görürsün.Kefaret ve halasa varan Ortaçağ Hıristiyan fedakarlık ve arayış kavramı,Hıristiyanlara göre Kutsal Kase ruhsaldı,harfi harfine hakikat değil de,ebedi hayatın sembolik bir temsiliydi.İsa'nın fedakarlığı ve Tanrı'nın lütfuyla insanlık ebediyen yaşayacaktı." Gülümsedi."Ancak Kase gibi bir şeyin var olduğuna hiç şüphe yok.Labirent Üçlemesi'nin sayfalarındaki hakikat budur.Kase muhafızlarının,Noublesso de los Seres'in gizli tutmak için canlarını verdikleri budur."
    Alice inanmazlık içinde başını iki yana sallıyordu."Sen Kase'nin hiç de Hıristiyan kavramı olmadığını söylüyorsun.Bütün bu mitlerle efsanelerin bir...bir anlaşmazlık üzerine kurulu olduğunu söylüyorsun."
    "Anlaşmazlıktan çok,bir kaçamak."
    "Ama iki bin yıldır tartışmalar hep Kutsal Kase'nin varlığı hakkında yürütüldü." Alice lafını kesti.Söylediğine inanmak ona zor geliyordu."Onun bir Hıristiyan kutsal emaneti olmadığını hayal etmeye başlayamam bile."
    "Kase,hem şifa veren hem de ömrü hatırı sayılır ölçüde uzatma gücüne sahip bir bengi sudur.Ama belli bir amaçla.Dört bin yıl kadar önce Kadim Mısır'da keşfedilmişti.Ve onu geliştirip varlığının farkına varanlar,bu sırrın,onu başkalarının çıkarı için değil de kendi çıkarları için kullanacaklardan uzakta tutulması gerektiğini de fark etti.Bu kutsal bilgi,üç ayrı papirüs tabakası üzerine hiyeroglifle kaydedildi.Biri Kase odasının tam yerinin,labirentin kendisinin tam bir planını veriyordu;birinde hayat suyunun hazırlanması için gerekli olan malzemelerin bir listesi vardı;üçüncüde de bengi suyun Kase'ye dönüşmesini gerçekleştirecek sihirli sözler.Onları kadim Avaris şehri dışında mağaralara gömdüler."
    "Mısır." dedi kız hemen.'Burada gördüklerimi anlamak için biraz araştırma yaparken Mısır sözünün ne kadar sık geçtiğini görmüştüm."
    Audric başıyla onayladı."Papirüsler klasik hiyeroglifle yazılmıştır;kelimenin kendisi 'Tanrı'nın sözleri' ya da 'ilahi konuşma' anlamına gelir.Büyük Mısır uygarlığı toza dönüşür ve parçalanırken,hiyeroglif okuma yeteneği de kayboldu.Papirüslerin içerdiği bilgi korundu,muhafızdan muhafıza,kuşaklar boyunca geçirildi.Sihirli sözleri okuma ya da Kase'yi çağırma yeteneği kayboldu.
    Olayların bu şekli alması tasarlanmamıştı ama bu durum ek bir gizlilik düzeyi ekledi." diye devam etti."Hıristiyan döneminin 9. yüzyılında Ebu Bekir Ahmet ibn Vahşiye adlı bir Arap simyacı,hiyerogliflerin sırrını çözdü.Neyse ki Navigataire Harif tehlikenin farkına vardı ve onu bilgisini paylaşma yolundaki çabalarında şaşırtmayı başardı.O günlerde öğrenim merkezlerinin sayısı azdı,insanlar arasında iletişim de yavaştı,güvenilmezdi.Ondan sonra papirüsler Kudüs'e kaçırıldı ve orada Sepal Ovaları'ndaki yeraltı odalarında saklandı.
    800'lerden 1800'lere kadar kimse hiyeroglifleri çözme yolunda belli başlı bir ilerleme kaydedemedi.Kimse.Anlamları ancak Napolyon'un 1799'da Kuzey Afrika'ya yaptığı bilimsel ve askeri seferde,hiyerogliflerin kutsal lisanında ayrıntılı bir yazıt bulununca ortaya çıktı,o sıralar halkın kullandığı günlük Mısır lisanı ve Kadim Yunanca ile.Rosetta Taşı'nı duymuş muydun?"
    Alice başını evet anlamında salladı.
    "O noktadan itibaren sadece bir zaman meselesi olduğundan korkmaya başladık.Jean-François Champollion adlı bir Fransız şifreyi kırmayı saplantı haline getirdi.1822'de başarıya ulaştı.Kadim insanların harikaları,sihirleri,büyüleri,cenaze törenlerine ait yazıtlardan Ölüler Kitabı'na varana kadar her şey okunabilir hale geldi." Durakladı."Labirent Üçlemesi'nin iki kitabının onları kötüye kullanacak kimselerin elinde olması,bir korku ve kaygı nedeni haline geldi."
    Sözleri bir uyarıdan farksızdı.Alice titredi.Birden günün geçtiğini fark etti.Dışarıda batan güneşin ışınları dağları kırmızı,altın rengi ve turuncuya boyamıştı.
    "Madem bu bilgi,iyilik yerine kötülük için kullanılınca bu kadar yıkıcı oluyordu,neden Alais ile diğer muhafızlar ellerine fırsat geçtiği halde kitapları yok etmediler?" diye sordu.
    Audric'in hareketsiz kaldığını hissetti.Alice bunun onun deneyiminin,anlattığı hikayenin yüreğinde olduğunu fark etti,ama nasıl olduğunu anlayamadı.
    "Onlara ihtiyaç duyulmasaydı,evet öyle.Bu belki de bir çözüm olabilirdi."
    "İhtiyaç mı?Nasıl bir ihtiyaç yani?"
    "Muhafızlar Kase'nin hayat bahşettiğini hep biliyorlardı.Sen buna bir armağan dedin ve..." Nefesini tuttu."Bazılarının bunu bu şekilde görebileceğini anlıyorum.Başkaları buna farklı gözlerle bakabilir." Audric durdu.Elini bardağına uzattı,birkaç büyük yudum şarap içtikten sonra,yeniden yavaşça masaya bıraktı."Ama hayat bir amaçla verilmiştir."
    "Ne amaçla?" dedi hemen,onun durmasından korkan Alice.
    "Geçen dört bin yıl içinde, çoğu kez tanıklık etme ihtiyacı duyulduğunda,Kase'nin gücü çağırıldı.Hıristiyan İncili'nin,Talmud'un ve Kuran'ın büyük,uzun ömürlü peygamberleri bize aşinadır.Adem,Yakup,Musa,Muhammed,Methuselah.İnsanlara verilmiş sıradan ömürle işlerini tamamlayamayacak olan peygamberler.Hepsi yüzlerce yıl yaşadı."
    "Ama bunlar mesel." diye karşı çıktı Alice."Alegori."
    Audric başını iki yana salladı."Yüzyıllarca yaşamalarının gerçek nedeni tanık oldukları hakkında konuşabilmek,çağlarının hakikatine tanıklık edebilmekti.Kadim Mısır dili hakkındaki çalışmalarını saklasın diye Ebu Bekir'i ikna eden Harif,Montsegur'un düşüşünü görecek kadar yaşadı."
    "Ama beş yüz yıl eder."
    "Yaşadılar." diye tekrarlamakla yetindi Audric."Bir kelebeğin hayatını düşün Alice.Bütün bir varoluş,öylesine parlak,ama bir insan hayatının sadece bir günü kadar sürüyor.Bütün bir ömür.Zamanın birçok anlamı vardır."
    Alice iskemlesini arkaya itti ve masadan uzaklaştı,artık ne hissettiğini de bilmiyordu,neye inanacağını da.
    Döndü."Mağaranın duvarında gördüğüm labirent sembolü,senin taktığın yüzükte;hakiki Kase'nin sembolü bu mu?"
    Adam başıyla onayladı.
    "Ya Alais?Bunu biliyor muydu?"
    "Başlangıçta senin gibi o da şüphe ediyordu.Hakikatin Üçleme'nin sayfaları arasında olduğuna inanmıyordu,ama babasına olan sevgisinden,onları korumak için mücadele etti."
    "Harif'in beş yüz yaşını geçtiğine inanıyor muydu peki?" diye ısrar etti Alice.Kuşkusunu sesinden belli etmemeye çalışmıyordu artık.
    "Başlangıçta hayır." diye kabul etti Audric."Ama zamanla hakikati anladı.Ve onun vakti geldiğinde de,kelimeleri telaffuz edebildiğini,kelimeleri anladığını gördü."
    Alice masaya dönüp oturdu."Ama niye Fransa?Papirüsler niye buraya getirildi?Niye oldukları yerde bırakılmadı?"
    Audric gülümsedi."Harif,Hıristiyan döneminin 10. yüzyılında papirüsleri Kutsal Şehir'e götürdü ve Sepal Ovaları yakınında gizledi.Yüz yıl kadar süreyle emniyetteydiler,Selahattin'in orduları Kudüs üzerine gelene kadar.O da muhafızlardan birini,Bertrand Pelletier adlı genç bir CHEVALİER'yi ,papirüsleri Fransa'ya götürmek üzere seçti."
    Alais'in babası.
    Alice sanki az önce eski bir dostundan haber almış gibi gülümsediğini fark etti.
    "Harif iki şeyi fark etmişti." diye devam etti Audric."Birincisi,papirüsler bir kitabın sayfaları arasında daha emniyette,daha savunmalı olacaktı.İkincisi,Avrupa saraylarında Kase rivayetleri dolaşmaya başladığına göre,hakikati saklamak için mit ve meselden daha iyi ne olabilirdi?"
    "Katharların İsa'nın Kupası'na sahip olduğu yolunda hikayeler." dedi Alice,birden anlayarak.
    Baillard başını evet anlamında salladı."Nasıralı İsa'nın müritleri onun Çarmıh'ta ölmesini beklemiyorlardı,ama öldü.Onun ölümü ve dirilişi,kutsal bir kupa ya da kadeh hikayelerine,ebedi hayat veren bir kase hikayelerine yol açtı.Bunların o zamanlar nasıl yorumlandığını söyleyemem,ama Nasıralının çarmıha gerilmesinin bir zulüm dalgasına da neden olduğu kesin.Çoğu kişi Kutsal Topraklar'dan kaçtı,aralarında Fransa'ya yelken açan Arimathealı Joseph ve Mary Magdelene de vardı.Yanlarında kadim bir sırrı da getirdikleri söylenir."
    "Kase papirüsleri mi?"
    "Ya da hazine,Süleyman'ın Mabedi'nden alınmış mücevherler.Ya da Nasıralı İsa'nın Son Yemek'inde kullandığı ve o Çarmıh'ta asılı dururken kanının içine toplandığı kupa.Ya da İsa'nın çarmıha gerilip ölmediğine ama çölün dağlarında saklı olarak yüz yıl,küçük ve seçilmiş bir inanç sahipleri grubuyla da daha çok yaşadığının kanıtı olan parşömenler,yazılar."
    Alice afallamış halde Audric'e baktı.Ne var ki adamın yüzü kapalı bir kitaptı,orada hiçbir şey okuyamadı.
    "İsa Çarmıh'ta ölmedi." diye tekrarladı,söylediğine inanmakta güçlük çekerek.
    "Ya da başka hikayeler." dedi Audric yavaşça."Kimileri Mary Magdelene ve Arimathealı Joseph'in Marsilya'da değil,Narbonne'de karaya çıktığını iddia etti.Yüzyıllar boyunca herkes Pirenelerin bir yerinde çok değerli bir şey saklandığına inandı."
    "Demek Kase'nin sırrına sahip olanlar Katharlar değildi." dedi kız,parçaları kafasında birleştirerek."Alais'ti.Ona sığınma sağladılar."
    Bir sırrın arkasına gizlenmiş bir sır.Alice iskemlesinin arkasına yaslandı,olay dizinini aklından geçirdi.
    "Ve şimdi de labirent mağarası açıldı."
    "Sekiz yüz yılda ilk kez,kitaplar bir kez daha bir araya getirilebilir." dedi adam."Ve sen bana inanacağını mı,yoksa söylediklerimi ihtiyar bir adamın uydurduğu ipe sapa gelmez şeyler diye bir yana mı bırakacağını bilmesen de Alice,kuşku duymayan başkaları var."

    3 Kişi Yorum Yapmış.

    1. Adsız says:

      kitaba bugun basladim. 30. sayfadayim ve o kadaaaaaarrrr sıkıcı geldi ki... tarih okumayi hic sevmem.. sadece, cevirisini Sevin Okyay yaptigi icin okumak istedim.
      kendimi zorlayip devam mi etsem, yoksa okumak icin sabirsizlandigim diger kitaplara mi baslasam bilemedim :(

    2. Sis says:

      Bence güzel kitaptı.Üçlemeye devam etmek niyetiniz varsa okumalısınız bence.Biraz daha sıkın dişinizi:))

    3. ögrenci says:

      Çok karısık bi kitap 150 sayfaya geldim henüz çözemedim olayı

    Siz de Yorum yapın