Bugün tesadüfen bir internet haberiyle öğrendim ki Haziran ayı sonunda mahkeme karara bağlanmış ve Beyoğlu' ndaki Rejansın kiracı tarafından tahliye edilip mülk sahibine teslim edilmesi kesinleşmiş. 75 yıldan fazladır süren bir Beyoğlu tarihi sona erdi demektir bu. Atatürk'ün müdavimi olduğu hatta halen adı yazılı plaketin durduğu masasına zorunlu olmadıkça müşteri oturtulmadığı bir mekandır Rejans. O tahta masaları, bembeyaz örtüleri, tadı hiç değişmeyen sarı votkası, kremalı kestane tatlısı, piroşkisi ve kanatlı av hayvanlarıyla sunduğu eşsiz lezzetleri benim gittiğim yıllar boyunca bir defa bile değişmemiştir.
Rejansta en çok sevdiğim şey hayal kurmaktı. Kapısından içeri girdiğim anda sanki içerideki zaman bir tarihte donmuş ve ben o eşikten sadece bir restorana değil zamanda bir kesite adım atmış gibi hissederdim. Kim bilir Cumhuriyet döneminde kimler geldi geçti o masalardan. II.Dünya savaşı döneminde İstanbul ve Türkiye üzerinde dönen oyunların o masalarda Alman , İngiliz ve Türk casusları tarafından planlandığı söylenir. Bir dönemin elit Beyoğlunda haftada bir gözükmemenin insanlara prestij kaybettirdiği bir yermiş. Tıpkı biraz daha aşağısında bulunan ve kendisinden çok uzun süre daha önce tarih olan Markiz Pastanesi gibi.
Hayallerin kenarından kendimi geri çekince birden çok acı bir şeyi fark ettim.İstanbul' da geçirdiğim 1983' de başlayan yaşamımda dönem dönem gittiğim, çok keyif aldığım ve hatta aman kimseler öğrenmesin , bana kalsın diye içten içe yakardığım tüm mekanlar bir bir tarih oldu.
1986 lı senelerde hemen şimdi Gökkafes denilen iğrenç yapının yükseldiği yerde Lalezar vardı. O zamanların en büyük açık hava gece klübü ve 24 saat açık olan nadir yerlerden biri. Casinoda çalışmam ve gündüz de okula gitmem sebebiyle ( okul hemen bitişikteki Taşkışla binasıydı) çoğu sabah 6 larda işten çıkıp orada zaman geçirir, sonra Taksim Sütişte kahvaltı yapıp 9 da derse yetişirdim. Arada bir sabah dersim yoksa ben de içmeye başlar, geceki iş stresini atar, bazen birlikte çalıştığımız İngiliz personelle tekila yarışı yapar , bazen onlara rakı içirip sarhoş olup dağıtmalarına güler, bazen de eğer o gece oradaysa gençlerle sohbeti çok seven Metin Akpınar' ın ağzından bal damlarcasına olan sohbetini dinler, eşsiz sesiyle söylediği şarkılara eşlik etmeye çalışırdım.
89' lara geldiğimizde şimdiki Akmerkezin biraz ilerisinde olan WOM ( World of Music) adlı gece klübü favorimizdi. Sanırım en iyi DJ ler orada yetişmiştir. Yine aynı yıllarda Anadolu yakasında adı Yalı veya Yalım olan bir balık lokantası vardı sürekli gittiğim. Madam Taskin ve Todori ( o yıllarda seksenli yaşlarında olan beyaz Rus bir çift ) piyano eşliğinde söyledikleri güzel şarkıları ve birbirlerinin gözlerine hala aşkla bakarak dans etmeleriyle aklımdan hiç çıkmayacak şekilde yer ettiler.
90'lara gelince Beyoğlu biraz daha tekin hale gelmiş olduğundan tekrar oradaki mekanları keşfetmeye başladım. Kimseler daha Carmina Burana ismini duymamışken her gece 24.00'de açılışını Carmina Burana' dan Im Taberna ile yapan; eski bir Ceneviz mahzeninde kurulmuş, Ortaçağ Avrupası dekorasyonlu Tribünal. Tüm çalışanlarının saray soytarısı veya şövalye kıyafetleri giydiği, normal ölçülerde tek bir içki bardağı bulunmayan ( hepsi devasa idi ) ve aydınlatmanın sadece kocaman mumlarla yapıldığı sabah ilk ışıklara kadar eğlenebildiğimiz bir bar. Beyoğlundaki haraç çatışmasına kurban gitti ve sonra işletmecilerinden bir ikisi Ortaköyde Ceneviz Kahvesini açıp yıllarca büyük başarıyla işlettiler.
Adını ilk mekanı açtığı sokaktan alan sonra kısa sürede çok büyüyüp zincir haline gelmeye çalışan Kallavi sokakta yer alan meşhur Kallavi meyhanesi. Sonrasında Etiler ve Kadıköy şubeleri ve şimdi yine Beyoğlunda Kurabiye Sokaktaki son yerleri dahil hiç biri bana o sokaktaki elli sandalyelik ufak mekanın verdiği tadı vermedi açıkçası. Sahipleriyle olan dostluğum sonucu bir tür ev sahibi gibi olduğum mekanda; her zaman vestiyerin olduğu bar tezgahı içinde iki sandalyelik yerim hazırdı. Ya çok güzel söyleyen okullu bir fasıl grubuna eşlik eder ( inanılmazdı ama tabak çanak sesi olmazdı fasıl sırasında ) veya haftada bir düzenlenen Grek gecesinde Muammer Ketencoğlunun akordiyonunu dinleyip İstanbullu Rumların sirtaki oynamalarını seyrederdik. Yine Etilerden Arnavutköye inen yolda meşhur Fedon işletiyordu sanırım Neşe Taverna vardı. tabak kırmak süper bir deşarj olma yöntemidir.
Veya biraz daha Tünele doğru inip Asmalımescit sokağının ilk meyhanelerinden olan Galata' da İstanbul Devlet Opera Balesi tenorlarından birinden o güzel sesiyle Kalamış veya Nerden sevdim O Zalim Kadını veya Makber şarkılarını , içmeye ve yemeye ara verip bir konser salonu havasında dinlerdik. Eller havaya yaparken bile insanların kıçı başı dağıtmadığı ölçülü eğlence ortamlarından biriydi burası.
2000' li yıllardan ise aklımda kalan yine Asmalımescit sokaktaki kısa ömürlü olan Tapas ( taş fırın önünde mezelerinizin anında siz seyrederken hazırlanıp sofranıza getirildiği çok ufak bir mekan; hala varlığını sürdüren Ege mezelerinin yer aldığı Boncuk Gurme; Balat' taki Ege mutfağını sunan, ancak rezervasyonla gidilen ve her şeyin her dem taze olduğu Argos meyhanesi; Balattaki Giritli meyhanesi; yine hala gittiğimiz ve son kale direklerimden saydığım Beylerbeyi İnciraltı meyhanesi, Asmalımescit' in her daim kaliteli ve standart tadıyla sevindiren Gedikli' si var.
Şimdi yazıyı tekrar okuyunca fark ettiğim bir kaç nokta oldu.
1- Ben yaşamayı ama keyifle yaşamayı seviyorum
2- Ne kadar güzel mekanlarda ne kadar eğlenceli zamanlar geçirmişim ve hepsi ortadan kaybolmuş.
3- İmdattttt yaşlanıyor muyum ne!!!!
Rejansta en çok sevdiğim şey hayal kurmaktı. Kapısından içeri girdiğim anda sanki içerideki zaman bir tarihte donmuş ve ben o eşikten sadece bir restorana değil zamanda bir kesite adım atmış gibi hissederdim. Kim bilir Cumhuriyet döneminde kimler geldi geçti o masalardan. II.Dünya savaşı döneminde İstanbul ve Türkiye üzerinde dönen oyunların o masalarda Alman , İngiliz ve Türk casusları tarafından planlandığı söylenir. Bir dönemin elit Beyoğlunda haftada bir gözükmemenin insanlara prestij kaybettirdiği bir yermiş. Tıpkı biraz daha aşağısında bulunan ve kendisinden çok uzun süre daha önce tarih olan Markiz Pastanesi gibi.
Hayallerin kenarından kendimi geri çekince birden çok acı bir şeyi fark ettim.İstanbul' da geçirdiğim 1983' de başlayan yaşamımda dönem dönem gittiğim, çok keyif aldığım ve hatta aman kimseler öğrenmesin , bana kalsın diye içten içe yakardığım tüm mekanlar bir bir tarih oldu.
1986 lı senelerde hemen şimdi Gökkafes denilen iğrenç yapının yükseldiği yerde Lalezar vardı. O zamanların en büyük açık hava gece klübü ve 24 saat açık olan nadir yerlerden biri. Casinoda çalışmam ve gündüz de okula gitmem sebebiyle ( okul hemen bitişikteki Taşkışla binasıydı) çoğu sabah 6 larda işten çıkıp orada zaman geçirir, sonra Taksim Sütişte kahvaltı yapıp 9 da derse yetişirdim. Arada bir sabah dersim yoksa ben de içmeye başlar, geceki iş stresini atar, bazen birlikte çalıştığımız İngiliz personelle tekila yarışı yapar , bazen onlara rakı içirip sarhoş olup dağıtmalarına güler, bazen de eğer o gece oradaysa gençlerle sohbeti çok seven Metin Akpınar' ın ağzından bal damlarcasına olan sohbetini dinler, eşsiz sesiyle söylediği şarkılara eşlik etmeye çalışırdım.
89' lara geldiğimizde şimdiki Akmerkezin biraz ilerisinde olan WOM ( World of Music) adlı gece klübü favorimizdi. Sanırım en iyi DJ ler orada yetişmiştir. Yine aynı yıllarda Anadolu yakasında adı Yalı veya Yalım olan bir balık lokantası vardı sürekli gittiğim. Madam Taskin ve Todori ( o yıllarda seksenli yaşlarında olan beyaz Rus bir çift ) piyano eşliğinde söyledikleri güzel şarkıları ve birbirlerinin gözlerine hala aşkla bakarak dans etmeleriyle aklımdan hiç çıkmayacak şekilde yer ettiler.
90'lara gelince Beyoğlu biraz daha tekin hale gelmiş olduğundan tekrar oradaki mekanları keşfetmeye başladım. Kimseler daha Carmina Burana ismini duymamışken her gece 24.00'de açılışını Carmina Burana' dan Im Taberna ile yapan; eski bir Ceneviz mahzeninde kurulmuş, Ortaçağ Avrupası dekorasyonlu Tribünal. Tüm çalışanlarının saray soytarısı veya şövalye kıyafetleri giydiği, normal ölçülerde tek bir içki bardağı bulunmayan ( hepsi devasa idi ) ve aydınlatmanın sadece kocaman mumlarla yapıldığı sabah ilk ışıklara kadar eğlenebildiğimiz bir bar. Beyoğlundaki haraç çatışmasına kurban gitti ve sonra işletmecilerinden bir ikisi Ortaköyde Ceneviz Kahvesini açıp yıllarca büyük başarıyla işlettiler.
Adını ilk mekanı açtığı sokaktan alan sonra kısa sürede çok büyüyüp zincir haline gelmeye çalışan Kallavi sokakta yer alan meşhur Kallavi meyhanesi. Sonrasında Etiler ve Kadıköy şubeleri ve şimdi yine Beyoğlunda Kurabiye Sokaktaki son yerleri dahil hiç biri bana o sokaktaki elli sandalyelik ufak mekanın verdiği tadı vermedi açıkçası. Sahipleriyle olan dostluğum sonucu bir tür ev sahibi gibi olduğum mekanda; her zaman vestiyerin olduğu bar tezgahı içinde iki sandalyelik yerim hazırdı. Ya çok güzel söyleyen okullu bir fasıl grubuna eşlik eder ( inanılmazdı ama tabak çanak sesi olmazdı fasıl sırasında ) veya haftada bir düzenlenen Grek gecesinde Muammer Ketencoğlunun akordiyonunu dinleyip İstanbullu Rumların sirtaki oynamalarını seyrederdik. Yine Etilerden Arnavutköye inen yolda meşhur Fedon işletiyordu sanırım Neşe Taverna vardı. tabak kırmak süper bir deşarj olma yöntemidir.
Veya biraz daha Tünele doğru inip Asmalımescit sokağının ilk meyhanelerinden olan Galata' da İstanbul Devlet Opera Balesi tenorlarından birinden o güzel sesiyle Kalamış veya Nerden sevdim O Zalim Kadını veya Makber şarkılarını , içmeye ve yemeye ara verip bir konser salonu havasında dinlerdik. Eller havaya yaparken bile insanların kıçı başı dağıtmadığı ölçülü eğlence ortamlarından biriydi burası.
2000' li yıllardan ise aklımda kalan yine Asmalımescit sokaktaki kısa ömürlü olan Tapas ( taş fırın önünde mezelerinizin anında siz seyrederken hazırlanıp sofranıza getirildiği çok ufak bir mekan; hala varlığını sürdüren Ege mezelerinin yer aldığı Boncuk Gurme; Balat' taki Ege mutfağını sunan, ancak rezervasyonla gidilen ve her şeyin her dem taze olduğu Argos meyhanesi; Balattaki Giritli meyhanesi; yine hala gittiğimiz ve son kale direklerimden saydığım Beylerbeyi İnciraltı meyhanesi, Asmalımescit' in her daim kaliteli ve standart tadıyla sevindiren Gedikli' si var.
Şimdi yazıyı tekrar okuyunca fark ettiğim bir kaç nokta oldu.
1- Ben yaşamayı ama keyifle yaşamayı seviyorum
2- Ne kadar güzel mekanlarda ne kadar eğlenceli zamanlar geçirmişim ve hepsi ortadan kaybolmuş.
3- İmdattttt yaşlanıyor muyum ne!!!!
Şimdi ise Asmalımescit'te kıç kıça oturduğun masalarda (eğer sigara içiyorsan dışarıda oturmalısındır), insan selinin içinde ve kötü bir servisle yemek yemeye çalışırsın...
İstanbul daha iyilerini hakediyor.
Asmalımescitte gidecek yeri ve gidilecek insanları bileceksin kırmızıcığım.Sigara içiyorsan dışarda oturmalısın o kesin, ama insan seli içinde kalmayıp kötü değil aksine çok özenli servis alabileceğin yerler var hala. Gediklide selamımı söyle :))
a tribute to Istanbul life time???
hahah ,he o dediğinden gezenek :))
yaw bu yaziyi ben uyurken felam mi yazdim ki ))) eline saglik sis canim benim walla icim ruhum dokulmus buraya.
@cizcik,
canım öyle kenarda köşede kalmış güzellikler var ki bu şehirde zaman içinde yaşadığımız, hadi dediğin anda hepsi akla gelmiyor bile.Beyoğlu ve Ayaspaşanın yeri bir başka bende.Başka bir yazıya da Cennet bahçesinden girip Saklı bahçeden çıkarız. :)
Tercüman lazım mı? :)
almayayım sağol.