Yazarı : Tuna Kiremitçi
Türü : Roman
Yayın Evi : Doğan Kitap
Sayfa Sayısı : 288
Basım Tarihi : Mayıs 2011
Ben tatildeyim. Tatilde ne yapılır? Kitap okunur bol bol. Hatta güneşten kaçıldığı zamanlarda bu kitaplar yorumlanır, siz sevgili blog takipçilerine ulaştırılır. Siz okuya durun ben tatile devam edeyim.
Bir ada vardı; bildiğimiz İstanbul çevresindeki adaları bize biraz hatırlatan ama bir o kadar da o adalara benzemeyen bir ada. Faytonlar, eski yapılar bize aşina gelse de suçluların tıkıldığı bir ada olması bize o kadar garip gelen.
Bir ülke vardı; adı Osmanlı olan; bizim tanıdığımız topraklarda kurulmuş, tanıdık gelen ama bir o kadar da bize yabancı olan bir ülke. Hanedanla yönetilen, Sünni-Alevi iç savaşı yaşamış, Amerikanın şimdiki gibi dolaylı olarak değil de alenen hükmetmiş olduğu bir ülke.
Bir pop yıldızı vardı; şimdilerdeki pop starlarımızı hatırlatan, ama bir o kadar da bize yabancı, hiç adını duymadığımız bir pop yıldızı. Geçmişini “Gençtim, meşhurdum, para ve günahla meşguldüm. Basitti hayatım: Öğleye doğru kalkar, dünyanın neresinde olduğumu hatırlayıp o gece konser vereceğim yere gider, ses ayarlarıyla uğraşır, konser saatini beklerken biraz -çok fazla değil- kokain çeker ve sahneye çıkıp milleti öldürürdüm” diye anlatan.
Bir aşk vardı; Hayatın kıyısında duran, hayattan vazgeçemeyen ama içinde de olamayan iki kişinin yaşadığı.
Bir ölüm vardı; 27 yaşında ölüp giden dört büyük müzisyenin, yani Jim Morrison, Kurt Cobain, Jimi Hendrix ve Janis Joplin’in suretlerinde ortaya çıkıp konuşan romandaki en romantik karakter olduğunu iddia eden.
Sonra Latife ve Fikriye vardı; bizim tanıdığımız Latife ve Fikriye'den kat be kat farklı iki kadın.
Ve bir paşa vardı; anılarını mektuplarda okuduğumuz, bizim bildiğimiz paşaları hatırlatmayan ama esas hepimizin hayatına girmiş olan paşaya benzerliği ve benzemezliği ile dikkatimizi çeken.
Ve alternatif bir zaman çizgisi vardı; bizim topraklarımızda geçmiş olması muhtemel başka bir olaylar zinciri ile bizi bambaşka bir ülkede yaşatacak olması kesin bir başka zaman çizgisi.
Tuna Kiremitçi, aşkı ve tarihi harmanladığı bu fantastik diyebileceğimiz romanında " ya böyle olsaydı? " " ya da bu olmasaydı? " sorularının cevabını arıyor. Aslında bence " Atatürk olmasaydı ne olurdu?" diye değil de " Atatürk oldu da ne oldu?" sorusunu soruyor. Ve bulduğu cevapları hızla okunan romanında bizlerle paylaşıyor. Açıkçası Tuna Kiremitçi' nin bu ben her şeyden bir parçayım havası ( yazar, müzisyen, ekşi sözlük yazarı, gazete köşe yazarı, ulusal solcu vs vs ) bana hep itici geldiği için kitaplarını pek kaale almadım. Taa ki bu kitabına kadar. Okuyun, alternatifliğin insanları ve ülkeleri götürebileceği şartları aşkla iç içe bize sunduğu bu romandan keyif alacağınıza inanıyorum.
“Selanikte Sonbahar”a ilham kaynağı olan heavy metal grubu Queensryche’ın 1988 tarihli “Operation Mindcrime” albümü, baştan sona devrim, aşk, din ve cinayeti konu alan tek bir hikayeyi anlatıyor. Tuna Kiremitçi’ nin romanı yazarken tekrar tekrar dinlediği “I Don’t Believe In Love” ise aşka odaklanıyor. Şarkı boyunca defalarca tekrarlanan “aşka inanmıyorum” sözü ise aslında tam tersine aşık olduğu için acı çeken birinin kalp acısını ve hayalkırıklığını yansıtıyor. İşte o şarkının sözleri:
Sarsıntıyla uyandım
Yukarı aşağı etrafı kolaçan eden
kameranın altında
Suç mahallinde yakalanan suçlu kör ve
elleri kelepçeli
Ben yapmadım
Beni sevdiğini söyledi
Sanırım bunu hiç bilmiyordum
Ama bu gerçekten hiç bilinebilir mi?
Benimle öbür tarafta buluşacağını söyledi
O anda biliyordum onu bir daha asla
bulamayacağımı
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Artık başka kabus yok, hepsini gördüm
Doğduğum günden beri yaptığım her şeyde yanımdaydılar
Her açık el orada saldırmak ve itmek için
Aşka zaman yok, bunun önemi yok
O bir fark yarattı
Her geceyi gündüz gibi ışıl ışıl yapmak için
Kendine özgü bir yöntemi vardı
Şimdi gölgeler içinde yürüyorum
ışığı hiç görmüyorum
Hiç veda etmedi, sanırım yalan söyledi
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
O hiç varolmamış gibi yapacağım
Aşka inanmıyorum
Yüzü gözümün önünde, hiç unutamıyorum
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Tekrar görüşme şansımız yok
Artık bir varolma nedenim yok
Tek umudum bir gün unutacak olmak
Asla olamayacak şeyi bilmenin acısını
Aşk olsa da olmasa da artık
bir farkı yok bana
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
O hiç varolmamış gibi yapacağım
Aşka inanmıyorum
Yüzü gözümün önünde, hiç unutamıyorum
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Bu da kitabın arka kapak yazısı.
Bir ulusun doğmasını engelleyen suikast, o suikaste uğramasa lider olacak bir asker, gerçekleşmesi Ölüm’e bağlı bir aşk...
“Fikriye’nin bedenine girmiş ölümün yanına uzandım, ona sarılıp gün boyu bekledim. Sigara içtim bekledim. Tuvalete gidip geldim bekledim. Yeterince beklersem ölüm bedeninden çıkar, Fikriye uyanır diye bekledim. Beklemek beni onun babası yaptı, oğlu yaptı, ölüm benim bekleyişimden dev bir heykel yaptı, ben o heykelin tepesine konan kuş oldum yine bekledim. Asırlar beklemekle geçti, derken bekleyiş de geçti, cümleler büsbütün anlamsızlaşıp anlam kendisini bir kız için vurdu ve ben anladım: Bekleye bekleye onu geri getiremeyecektim.”
Bir ada vardı; bildiğimiz İstanbul çevresindeki adaları bize biraz hatırlatan ama bir o kadar da o adalara benzemeyen bir ada. Faytonlar, eski yapılar bize aşina gelse de suçluların tıkıldığı bir ada olması bize o kadar garip gelen.
Bir ülke vardı; adı Osmanlı olan; bizim tanıdığımız topraklarda kurulmuş, tanıdık gelen ama bir o kadar da bize yabancı olan bir ülke. Hanedanla yönetilen, Sünni-Alevi iç savaşı yaşamış, Amerikanın şimdiki gibi dolaylı olarak değil de alenen hükmetmiş olduğu bir ülke.
Bir pop yıldızı vardı; şimdilerdeki pop starlarımızı hatırlatan, ama bir o kadar da bize yabancı, hiç adını duymadığımız bir pop yıldızı. Geçmişini “Gençtim, meşhurdum, para ve günahla meşguldüm. Basitti hayatım: Öğleye doğru kalkar, dünyanın neresinde olduğumu hatırlayıp o gece konser vereceğim yere gider, ses ayarlarıyla uğraşır, konser saatini beklerken biraz -çok fazla değil- kokain çeker ve sahneye çıkıp milleti öldürürdüm” diye anlatan.
Bir aşk vardı; Hayatın kıyısında duran, hayattan vazgeçemeyen ama içinde de olamayan iki kişinin yaşadığı.
Bir ölüm vardı; 27 yaşında ölüp giden dört büyük müzisyenin, yani Jim Morrison, Kurt Cobain, Jimi Hendrix ve Janis Joplin’in suretlerinde ortaya çıkıp konuşan romandaki en romantik karakter olduğunu iddia eden.
Sonra Latife ve Fikriye vardı; bizim tanıdığımız Latife ve Fikriye'den kat be kat farklı iki kadın.
Ve bir paşa vardı; anılarını mektuplarda okuduğumuz, bizim bildiğimiz paşaları hatırlatmayan ama esas hepimizin hayatına girmiş olan paşaya benzerliği ve benzemezliği ile dikkatimizi çeken.
Ve alternatif bir zaman çizgisi vardı; bizim topraklarımızda geçmiş olması muhtemel başka bir olaylar zinciri ile bizi bambaşka bir ülkede yaşatacak olması kesin bir başka zaman çizgisi.
Tuna Kiremitçi, aşkı ve tarihi harmanladığı bu fantastik diyebileceğimiz romanında " ya böyle olsaydı? " " ya da bu olmasaydı? " sorularının cevabını arıyor. Aslında bence " Atatürk olmasaydı ne olurdu?" diye değil de " Atatürk oldu da ne oldu?" sorusunu soruyor. Ve bulduğu cevapları hızla okunan romanında bizlerle paylaşıyor. Açıkçası Tuna Kiremitçi' nin bu ben her şeyden bir parçayım havası ( yazar, müzisyen, ekşi sözlük yazarı, gazete köşe yazarı, ulusal solcu vs vs ) bana hep itici geldiği için kitaplarını pek kaale almadım. Taa ki bu kitabına kadar. Okuyun, alternatifliğin insanları ve ülkeleri götürebileceği şartları aşkla iç içe bize sunduğu bu romandan keyif alacağınıza inanıyorum.
“Selanikte Sonbahar”a ilham kaynağı olan heavy metal grubu Queensryche’ın 1988 tarihli “Operation Mindcrime” albümü, baştan sona devrim, aşk, din ve cinayeti konu alan tek bir hikayeyi anlatıyor. Tuna Kiremitçi’ nin romanı yazarken tekrar tekrar dinlediği “I Don’t Believe In Love” ise aşka odaklanıyor. Şarkı boyunca defalarca tekrarlanan “aşka inanmıyorum” sözü ise aslında tam tersine aşık olduğu için acı çeken birinin kalp acısını ve hayalkırıklığını yansıtıyor. İşte o şarkının sözleri:
Sarsıntıyla uyandım
Yukarı aşağı etrafı kolaçan eden
kameranın altında
Suç mahallinde yakalanan suçlu kör ve
elleri kelepçeli
Ben yapmadım
Beni sevdiğini söyledi
Sanırım bunu hiç bilmiyordum
Ama bu gerçekten hiç bilinebilir mi?
Benimle öbür tarafta buluşacağını söyledi
O anda biliyordum onu bir daha asla
bulamayacağımı
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Artık başka kabus yok, hepsini gördüm
Doğduğum günden beri yaptığım her şeyde yanımdaydılar
Her açık el orada saldırmak ve itmek için
Aşka zaman yok, bunun önemi yok
O bir fark yarattı
Her geceyi gündüz gibi ışıl ışıl yapmak için
Kendine özgü bir yöntemi vardı
Şimdi gölgeler içinde yürüyorum
ışığı hiç görmüyorum
Hiç veda etmedi, sanırım yalan söyledi
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
O hiç varolmamış gibi yapacağım
Aşka inanmıyorum
Yüzü gözümün önünde, hiç unutamıyorum
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Tekrar görüşme şansımız yok
Artık bir varolma nedenim yok
Tek umudum bir gün unutacak olmak
Asla olamayacak şeyi bilmenin acısını
Aşk olsa da olmasa da artık
bir farkı yok bana
Aşka inanmıyorum
Hiç inanmadım, hiç inanmayacağım
Aşka inanmıyorum
O hiç varolmamış gibi yapacağım
Aşka inanmıyorum
Yüzü gözümün önünde, hiç unutamıyorum
Aşka inanmıyorum
Asla değmiyor çektiğin acıya
Bu da kitabın arka kapak yazısı.
Bir ulusun doğmasını engelleyen suikast, o suikaste uğramasa lider olacak bir asker, gerçekleşmesi Ölüm’e bağlı bir aşk...
“Fikriye’nin bedenine girmiş ölümün yanına uzandım, ona sarılıp gün boyu bekledim. Sigara içtim bekledim. Tuvalete gidip geldim bekledim. Yeterince beklersem ölüm bedeninden çıkar, Fikriye uyanır diye bekledim. Beklemek beni onun babası yaptı, oğlu yaptı, ölüm benim bekleyişimden dev bir heykel yaptı, ben o heykelin tepesine konan kuş oldum yine bekledim. Asırlar beklemekle geçti, derken bekleyiş de geçti, cümleler büsbütün anlamsızlaşıp anlam kendisini bir kız için vurdu ve ben anladım: Bekleye bekleye onu geri getiremeyecektim.”
İyi tatiller Sis' cim....
Tuna Kiremitçi konusunda seninle aynı nedenlerden
seninle aynı fikirdeyim. Bu demek oluyor ki kitabı almalı ve okumalıyım. Şaka bir yana okuduklarım çok ilginç geldi.
Şarkının sözlerine bayıldım ama dinlemeye gelince iftar sonrası yaşlı kafam kaldırmadı :))
İyi eğlenceler canımın içi...