ŞİİRLER

    Yazan: Sis Etiket: »
    Beğeniler


    Paylaşmak istediğiniz her tür şiiri burada görmekten memnun oluruz.

    19 Kişi Yorum Yapmış.

    1. Sis says:

      Kahir Mektubu
      Ne zaman iki satir yazmaya kalksam
      Hep sana, hep seni hep bizi yaziyorum
      Ne zaman bir kadeh alsam elime
      Hep sana, hep seni, hep bizi iciyorum
      Her gece kederdeyim, durmadan iciyorum
      Sevda ektim kalbime, yalnizlik biciyorum.
      Elveda deyip bir gün viran edip gönlümü
      Ayrilip gidisinin bu gece yildönümü
      Bugün de sensiz ictim, bu aksam sensiz hictim.
      Bu gece her damlayi, iki kadehe bictim
      Ayrilik öyle zor ki; kimsesiz kalan bilir
      Gözyasi ne demektir; her gün aglayan bilir
      Her gece kederdeyim, durmadan iciyorum
      Sevda ektim kalbime, yalnizlik biciyorum
      Yoklugunla bas basa, kendimden geciyorum
      serefe deyip simdi, bin kahir iciyorum
      Birazdan gözlerimden gecersin ilik ilik
      Nice yillar sevgilim, mutlu olsun ayrilik
      Sevincim kederim sen,
      Gözüm sen ellerim sen
      Benim ne sucum var ki
      Sen benim kaderimsen
      Karistirmis kaderim su gönlümün harcini
      Yas döküp ödüyorum, ben bahtimin borcunu
      Dertliyim efkarliyim gönlüm yine tasada
      Unutmak istiyorum kendimi bu masada
      Her sey yalniz senin icin üzme kendini
      Belki bugün belki yarin
      Anlayacaksin, cok sevdigimi
      Aglayacaksin
      Ayrilik mi cikti falda
      Sen bir yanda ben bir yanda
      Böyle bir ask bu zamanda
      Belki bu gün belki yarin
      Anlayacaksin cok sevdigimi
      Anlayacaksin
      Rüzgar gibi gecti yillar
      Tutunacak dal kalmadi
      Biran mutlu olmak icin
      cekilmedik dert kalmadi

      Ahmet Selcuk İlkan

    2. MeDiKaL says:

      Ölümü Ektim Randevu Yerinde
      Beklemekten Ağaç Olsun

      Zembereği boşalmış sözcüklerin
      Akreple yelkovan öpüşüyor onikide
      Bütün ziller vaktinde vuruyor,
      tembellik edip gitmeyeceğim
      Kusura bakma ölüm
      Bugün de gecikeceğim
      Sessizlik çökmüş kentin sokaklarına
      Martılar uykuya dalmış
      Kar bütün izlerini örtmeye hazır
      Randevularımıza sadığımdır sektirmem saatini ama bu sefer tembelliğim tuttu, ölüm daha çok beklersin beni…
      Şimdi kış ölümün vaktidir derler ve tecrübelerimden bilirim kışın ölene söverler.
      Kusura bakma ölüm
      ben ardımdan sövdürmem.
      Bu randevuya asla gelmem.
      Bu şiirin içinden tren de geçebilir
      Uçak da
      Vapur da
      Bütün teknolojik ölüm aletleri de
      ama hiç birine binmeyeceğim
      Kusura bakma ölüm
      gelmeyeceğim

    3. YALNIZ BİR OPERA



      Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

      Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

      Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim

      Ben sende bütün aşklarımı temize çektim



      İmrendiğin, öfkelendiğin

      Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim

      Yani yaşamışlık sandığın

      Geçmişim

      Dile dökülmeyenin tenhalığında

      Kaçırılan bakışlarda

      Gündeliğin başıboş ayrıntılarında

      Zaman zaman geri tepip duruyordu.

      Ve elbet üzerinde durulmuyordu.

      Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,

      Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

      Başlangıçta doğruydu belki.

      Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,

      Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,

      Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.

      Ve hala bilmiyordun sevgilim

      Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

      Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

      Bütün kazananlar gibi

      Terk ettin.



      Yaz başıydı gittiğinde, ardından,

      Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.

      Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.

      Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.

      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

      Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

      Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından

      Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

      Çerçevesine sığmayan

      Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

      Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.



      Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.

      Seni bir şiire düşündükçe

      Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi

      Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.

      Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük

      Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,

      Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.

      Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?

      'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.

      Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.

      Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

      Takvim tutmazlığını

      Aramızda bir düşman gibi duran zamanı

      Daha o gün anlamalıydım

      Benim sana erken

      Senin bana geç kaldığını.



      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.

      Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.

      Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,

      Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.

      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.

      Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi

      bakışıyorduk.

      Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

      Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.

      Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

      Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.

      Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

      Birbirine uzanamayan

      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi

      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

      Ne kalacak bizden?

      Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim

      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden

      Bizden diyorum, ikimizden

      Ne kalacak?



      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.

      Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada

      Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi

      Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek

      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.



      Kış başlıyor sevgilim

      Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

      Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

      Oysa yapacak ne çok şey vardı

      Ve ne kadar az zaman

      Kış başlıyor sevgilim

      İyi bak kendine

      Gözlerindeki usul şefkati

      Teslim etme kimseye, hiçbir şeye

      Upuzun bir kış başlıyor sevgilim

      Ayrılığımızın kışı başlıyor

      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.



      Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,

      Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,

      Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....

      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır

      Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır

      İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun

      Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar

      Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

      Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,

      Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar

      Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,

      Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.



      Dışarda hayat düşmandır size

      İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz

      Bir ayrılığın ilk günleridir daha

      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

      Kulak verdiğiniz saat tiktakları

      Kaplar tekin olmayan göğümüzü

      Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

      Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

      Bakınıp dururken duvarlara

      Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,

      Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,

      Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında

      Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

      Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi

      Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,

      Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya

      Kendimizi hazırlar gibi.



      Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

      Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

      Ve kazanmış görünürken derinliğimizi

      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

      Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar

      O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

      Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

      Göremeseniz de, bilirsiniz

      Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.



      Bana zamandan söz ediyorlar

      Gelip size zamandan söz ederler

      Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.

      Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.

      Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.

      Dahası onalar da bilirler.

      Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.

      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki

      hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak

      kolay değildir elbet.

      Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.

      Zaman alır.

      Zaman alır sizden bunların yükünü

      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe

      çöker.

      Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.

      Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

      O boşluk doldu sanırsınız

      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.



      Gün gelir bir gün

      Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

      O eski ağrı

      Ansızın geri teper.

      Dilerim geri teper.

      Yoksa gerçekten bitmissinizdir.



      Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi

      kavranır.

      Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.

      Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

      Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır

      Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      Günlerin dökümünü yap

      Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

      Kim bilebilir ikimizden başka?

      Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

      Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,

      Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği

      Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün

      Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

      Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor

      Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      Bunlar da bir işe yaramadıysa

      Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.



      Bu şiire başladığımda nerde,

      Şimdi nerdeyim?

      Solgun yollardan geçtim.

      Bakışımlı mevsimlerden

      İkindi yağmurlarını bekleyen

      Yaz sonu hüzünlerinden

      Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

      Geçti her cağın bitki örtüsünden

      Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

      Bakarken dünyaya

      Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:

      Çicek adlarını ezberlemekten geldim

      Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların

      Unuttuklarını hatırlamaktan

      Uzun uzak yolları tarif etmekten

      Haydutluktan ve melankoliden

      Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden

      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim

      Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti

      Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

      Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.



      Bu şiire başladığımda nerde,

      Şimdi nerdeyim?

      Yaram vardı, bir de sözcükler

      Sonra vaat edilmiş topraklar gibi

      Sayfalar ve günler

      Işık istiyordu yalnızlığım

      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

      İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

      Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.

      Karardı dizeler.

      Aşk...Bitti. Soldu şiir.



      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

      Ask yalnız bir operadır, biliyordum:

      Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.

      Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim

      Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

      El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

      Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:

      Eksiliyorduk

      Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

      Her otelde biraz eksilip, biraz artarak

      Yani çoğalarak

      Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin

      Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

      Ağır ve acı tanıklıklardan

      Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.

      Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

      Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

      Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...

      Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

      Ve açık hayatları seviyordu.

      Buraya gelirken

      Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

      Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

      Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi

      Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...

      panayır yerleri...

      Ölü kelebekler...

      Ölü kelebekler...

      Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.



      Adım onların adının yanına yazılmasın diye

      Acı çekecek yerlerimi yok etmeden

      Acıyla baş etmeyi öğrendim.

      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

      İpek yollarında kuzey yıldızı

      Aşkın kuzey yıldızı

      Sanırsın durduğun yerde

      Ya da yol üstündedir

      Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

      Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

      Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.



      Aşkın bir yolu vardır

      Her yaşta başka türlü geçilen

      Aşkın bir yolu vardır

      Her yaşta biraz gecikilen

      Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

      Gözlerim

      Aşkın kuzey yıldızıdır bu

      Yazları daha iyi görülen

      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

      İlerlerim

      Zamanla anlarsın bu bir yanılsama

      Ölü şairlerin imgelerinden kalma

      Sen de değilsin. O da değil

      Kuzey yıldızı daha uzakta

      Yeniden yollara düşerler

      Düşerim

      Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda

      Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında

      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

      Yaşamsa yerli yerinde

      Yerli yerinde her şey

      Şimdi her şey doludizgin ve çoğul

      Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

      Şimdi her şey yeniden

      Yüreğim, o eski aşk kalesi

      Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

      Dönüp ardıma bakıyorum

      Yoksun sen

      Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

      MURATHAN MUNGAN

    4. Adsız says:

      BE HEY DÜRZÜ

      Ne ararsın Tanrı ile aramda
      Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
      Hakikaten gözün yoksa haramda,
      Başı açığa niye türban sorarsın?
      Rakı, şarap içiyorsam sana ne.
      Yoksa sana bir zararım içerim.
      İkimiz de gelsek kıldan köprüye
      Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.
      Esir iken mümkün müdür ibadet?
      Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
      Senin gibi dürzülerin yüzünden,
      Dininden de soğuyacak bu millet.
      İşgaldeki hali sakın unutma,
      Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
      Sen anandan yine çıkardın amma,
      Baban kimdi bilemezdin şerefsiz...

      NEYZEN TEVFİK

    5. MeDiKaL says:

      Pazar Günü Kanal D de Güneri Civaoğlu'nun sunduğu "Şeffaf oda" isimli proğramın sonunda Can Dündar aşağıda sizlerle paylaştığım şiiri okudu. Ben şiiri ilk duyduğum anda bile çok beğendim. Bu şiir beni yıllar öncesine götürdü. Aşk ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. 20 yıldır yapamadığımı Can Abimiz şiire dökmüş ve çok güzel anlatmış. Aşkı anlamayan bu şiiri de anlamaz. Aşık değilseniz ya da hiç aşık olmamışsanız bence şiiri hiç okuyup vaktinizi harcamayın. :)

      EĞER

      O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
      Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
      O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
      sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
      ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
      dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
      hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
      elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
      kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
      her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
      bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
      iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
      iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
      eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
      mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
      kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
      özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
      hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
      O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
      ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
      gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
      bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
      uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
      dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
      nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
      kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
      gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
      Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
      ...o halde bugün sizin gününüz!..
      "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

      Can DÜNDAR

    6. Adsız says:

      Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
      "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
      Demeyeceksin işte.
      Yaşarsın çünkü.
      Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
      Çok sevmeyeceksin mesela.
      O daha az severse kırılırsın.
      Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
      Çok sevmezsen, çok acımazsın.
      Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
      Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
      Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
      Senin değillermiş gibi davranacaksın.
      Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
      Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
      Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
      Paldır küldür yürüyebileceksin.
      İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
      Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
      Gökyüzünü sahipleneceksin,
      Güneşi, ayı, yıldızları...
      Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
      "O benim." diyeceksin.
      Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
      Mesela gökkuşağı senin olacak.
      İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
      Mesela turuncuya, yada pembeye.
      Ya da cennete ait olacaksın.
      Çok sahiplenmeden,
      Çok ait olmadan yaşayacaksın.
      Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
      Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
      İlişik yaşayacaksın.
      Ucundan tutarak...

      CAN YÜCEL

    7. O'na dedim ki;
      Sen roman kahramanlarımdan farklısın benim, henüz hiç okumadığım....
      Ya da film kahramanlarıma hiç mi hiç benzemiyorsun , henüz muhtemelen görmediğim.
      Daha gitmediğim yerlerdensin belki, henüz haritada yerini gösteremeyeceğim yabancı ülkelerden biri gibisin.
      Görmediğim bir dansı andırıyordur mutlaka yürüyüşün.
      Muhtemelen reankarne olmuştur bir zaman aralığında mahsun , kendine ait sessiz bakışların. Kuşkusuz o zaman aralığında birileri de senin duymayacağın şekilde sana böyle yazılar yazmış hatta kim bilir belki şarkılar söylemiştir ardından, senin bilmediğin,duymadığın zamanında aldırmadığın...
      Kim bilir!
      Şimdi ben bütün bu yabancılığımla yanında mahçup ve ellerimi nereye koyacağımı bilemez bir şekilde ,çokça sessizce dikilip dururken sanki sürekli bir dejavuyla git gellere kapılıyorum. İçimde birşeyler geri çekiliyor da , sonra şahlanarak dönüyor o geri çekilen ürkek duygular.
      Tusunamizede olmak üzereyken , benimkisi TUSUNAMAYANLAR.
      Yıkımım , yıkımın olmasından korkuyorum bu gel gitlerin. Daha kurmaya çalıştığımız duvarların yer ile yeksan olmasından.
      Zamansız yakalanmaktan. En fenası böyle bir felaketi fark etmeyip hazırlıksız yakalanmaktan... Şimdi bütün bunları bilmediğim birilerine anlatacak olsam , kimse anlamaz biliyorum.
      O yüzden yanına oturmuş bütün bu duygulardan çektiklerimi sessizce kulağına fısıldıyorum. ellerim ellerini sıkıyor heyecanlandığımda.Gözlerim görebildiğim kadarında gözlerinin. Anlayacağın , teslimim.O'na dedim ki;Dur sen birşey söyleme ben ikimizin adına konuşayım, şarkılar söyleyeyim , gerekirse güleceğim, gerekirse ağlayayım.
      Sen yeter ki tut elimi, zamanın rezervasyonlarını ben gönüllü yaparım, dünümüzü bugüne taşımayalım.
      Biliyorum beni sana tarif ederken sana tehlikeli suları anlatanlar, 'aman ha!' diyenler, korkanlar , korkutanlar, kıskananlar, taş kalpliler , ah o taş kalpli yürekler, çalıkuşu Feride'den fırlayan "şhişşt şhiişt'çı dedikodu kumkumaları olacak.
      Bilmiyorsun ama insan insanın mutluluğunu istemez, istemiyor,isteyemiyor, varlığına aykırı korkar , korkuyor. Sen korkma ama...
      Peki hemen korkma en azından. Dur şunca koşturma arasında bir elinde kurşun kalem bir elinde ben , bir elimde sen yeni birşey karalamaya kalkalım hayat denilen yaralı bereli şu debdebeli defterin üzerine.
      Şarabın , şiirin , şehvetin tarifini bana bırak sen, cesaretini al da gel. Yeter.Sonrası ?...Sonrası şimdilik kar fırtınası olsa da ötesi aydınlık bir baharın, şerefsiz bir kiraz ağacının dalında, kar tanesi bir umut tohumunun yaprağında gizli.
      Kulaklarını kapa, gözlerini kapa, ellerin ellerimde, sık avuçlarını ve korkma.
      Korkma...
      Kalbine, kalbinin sana söylediklerine, sana söylenenlerden çıkardıklarına, anlayabildiğin kadarına , korkmadıklarına bir mühür koy, kan kırmızı olsun rengi. Ben koyayım ya da ... Sonrasını bana bırak. Ama sakın kemerlerini bağlamayı unutma.

      O'na dedim ki!

      Bak,
      sana öğleden sonrasında huzur dolu akdeniz kokan uykular vaad ediyorum. Yeşil zeytinlerin buruk tadının yanında , buzlu beyaz şaraplar içeceğiz diyorum.
      Yine yeşil erik mevsiminde Behramkale'de iki sütunun arasında oturup Yunan dağlarında batan bir günbatımının heyecanını da tarif edeceğim birazdan, aynı gün batımında Prag'da taş bir köprünün altında akan, kırmızıya çalan nehire yansıyan kafkanın silüetini de anlatacağım sabırla...
      S.Petersburg'da beyaz geceler var benim de hala görmediğim, ya da Peru'nun dağları, Bolivya'nın çölleri.
      Bilmediğim hazlar olmalı , bir yerlerde yasaklanmış , gizlenmiş, soteye yatmış. keşfedilmeyi bekleyen yeni tadlar olmalı hayatın. yeni zaman aralıkları ,huzurun adı yazılı.
      Sana uzakları vaad ediyorum anlayacağın.
      Bugüne kadar uzanmadığın kadar uzak tadları, aklına hayaline sığmayacak zaman aralıklarının.
      Ya da...
      Bildiğin tanıdık tadları beraber tatmayı. Sarhoşluğu, aşkı,tenin tene değdiği o cehennem kavuşmalarını...
      Sana günah işleyeceğiz diyorum. Düpedüz günahtan bahsediyorum....
      Duvarları yıkmayı, yapılmayanı yapmayı , beraber düşmeyi, düşerken onca korkuya karışan heyecanı kucak kucağa tadacağız diyorum.
      Sahi az şey mi insanın kendi kendinden bu kadar çok korkması...
      Sana güneşli günleri ve korkunun karanlığını aynı tende sunuyorum.

      O'na dedim ki,

      Bir bildik dolunayda seninle boğazın tuzlu sularını tatmalı, karşı kıtaya kulaç atmalı, kendimizi akıntıya bırakmalıyız.
      Bir akdeniz güneşinin altında gözlerimiz kapalı tere yatmalı , ardından kendimizi Kaş'ın serin sularına atmalıyız.
      Sabahları geç kalktığın bir pazar günü , yataktan yağan yağmuru seyretmeli ve sarılıp birbirimize bakmalıyız.
      Seninle bu aşkı tam yaşamalıyız.

      O'na dedim ki;

      "Bak!!! herkes yarım, herkesin aşkı eksik, herkes ama herkes eskimiş gençliğinde, o yüzden biz seninle , eskimeden büyütmeliyiz.
      Başkaları tüketmek için yaşıyor biz tersine gitmeliyiz.
      Çıkmaz sokaklardan korkma! Varsa, o da bizim kaderimiz...
      "Ben bunları söyledim o da bana zor demedi ,ben ona zor olduğunu söylemedim tabii ki.
      Zor tabi, bunu da bilenlerdenim. O yüzden bu kadar cesur, patavatsız ve ödünsüz ve cüretkarlar kavminden.

      O'na dedim ki;

      "Gücümü aşkından alıyorum."Söylediklerim yersizse affet, aşkın kurbanıyım. Aşkında erdim, aşkında eriyorum..

      .O'na dedim ki;

      Bak... Sadece gözlerimin içine bak. Orada gördüğüne inan.
      Ben bile yalan söylesem, herkes sana yalan söylese, herşey bize yalan gibi gelse onlar sana hep doğruyu söyleyecek.
      Hafife alma, başkaları gibi yapma...Başkaları anlamadı bari sen anla.
      Aşkın sureti bu işte. Aynası bu. Olan olmayan burada...
      Bu gözlerde gördüğün kıvılcım, yaş, kırılganlık ve ama fakat cesaret aynı zamanda...
      Bu gözlerin kimyasını birkez çözersen beni de çözdün bil.
      Bu aşkı çözmen , yalnızca hediyesi sonuçta.

      O'na dedim ki;

      sana cennet ile cehennemi aynı anda sunuyor bu kalp, aynı kucakta.ya korkacaksın ama çokça korkma...

      O'na dedim ki;

      Hepsi,herşey, tek bir şartla...Aşkın kadar aşk bulacaksın burada.
      Doğruluğun kadar doğruluk... Sevgin kadar sevgi.
      Kısasa kısas, göze göz, dişe diş, göğüs göğüse , omuz omuza
      ... ...kanla,
      ...şehvetle,
      ....tutkuyla

      ... cesaretin var mı sahi aşka!

    8. Sevi Şiiri
      Ben senin en çok sesini sevdim
      Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
      Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
      Bana her zaman dost, her zaman sevgili


      Ben senin en çok ellerini sevdim
      Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
      Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
      En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak


      Ben senin en çok gözlerini sevdim
      Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil
      Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
      Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil


      Ben senin en çok gülüşünü sevdim
      Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
      Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
      Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman


      Ben senin en çok davranışlarını sevdim
      Güçsüze merhametini, zalime direnişini
      Haksızlıklar, zorbalıklar karsısında
      Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini


      Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
      Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
      Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
      Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini


      Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
      Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
      Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
      Ben seni sevdim, ben seni sevdim,
      ben seni...


      Ümit Yaşar Oğuzcan

    9. AYRILIK ÜSTÜNE
      Tam göğsünüzün üstünde bir yeriniz acıyacak...
      evinizin sizi
      içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu farkedeceksiniz...
      sokağa fırlayacaksınız...sokaklarda dar gelecek...
      ne denizin mavisi açacak içinizi,ne pırıl pırıl gökyüzü...kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek,
      bir yandan da kaybolacak kadar
      küçüleceksiniz...
      birileri size birşeyler anlatacak durmadan...
      ''önemli olan sağlık.''''yaşamak güzel.''''boşver herşey unutulur.''
      siz hiçbirini duymayacaksınız...
      gözyaşlarınızdan etrafı göremeyecek hale geleceksiniz...
      O'ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek,
      az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz...
      hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz...
      ''ölüme çare bulundu''ya da ''yarın kıyamet kopacakmış'' deseler başınızı kaldırıp ''ne dedin?'' diye sormayacaksınız..
      .yalnız kalmak isteyeceksiniz...
      hem de kalabalıkların arasında kaybolmak....
      ikiside yetmeyecek...geçmişi düşüneceksiniz...
      neredeyse dakika dakika,ama kötüleri atlayarak..
      onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz,gittiğiniz yerlere gitmek..
      .bu size hiç iyi gelmeyecek...ama bile bile yapacaksınız...
      biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese,kaçacaksınız...
      aslında kurtulmak istediğiniz halde,o acıyı yaşamak için direneceksiniz..
      .hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz...
      aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz...
      herkesi ona benzetip,kimseyi onun yerine koyamayacaksınız...
      hiçbirşey oyalayamayacak sizi,ilaçlara sığınacaksınız...
      birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan..
      sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
      bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek..
      .boğazınız düğümlenecek,dinleyemeyeceksiniz...
      uyumak zor,uyanmak kolay olacak,sabahı iple çekeceksiniz...
      bazende ''hiç güneş doğmasa'' diyeceksiniz...
      ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler...
      ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz...
      belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz,
      nafile...
      düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
      rüyalar göreceksiniz,gerçek olmasını istediğiniz...
      her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz...
      telefonun çalmasını bekleyeceksiniz...
      aramayacağını bile bile...
      her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek...
      ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla...
      yüreğiniz burkulacak...canınız yanacak..
      .bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz...
      hayata dair hiçbirşey yapmak gelmeyecek içinizden...
      onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız...
      defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz...
      yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz...
      onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
      ama bir umut...
      onunla birgün bir yerlerde karşılaşma umudu...
      bu umut sizi gitmekten alıkoyacak...
      gelgitler içinde yaşayacaksınız...
      buna yaşamak denirse...

    10. YUSUF HAYALOĞLU anısına sevdiğim bir şiiri.
      nur içinde yatsın:(((



      Gitti Ah Gitti

      gitti ah..,
      gecelere hüzünleri serperek
      yarali bir kus gibi kanarcasina gitti..,
      yalvaran gözlerime, elemi pay ederek,
      bir kabahatmis gibi,kacarcasina gitti...

      gitti ah..
      sarkilara bel baglamak faydasiz.
      üstüme kapilari kaparcasina gitti...
      gecenin geldigini haber vermeden; hirsiz...
      yasanmis bir ömrü calarcasina gitti

      gitti ah...
      bir nehirdi,
      yazamadigim siirdi.
      yüzüme son bir defa
      bakarcasina gitti...

      gitti ah...
      gözyaslari yanaklarimda kaldi.
      hayatin perdesini cekercesine gitti...
      belki doyulmamis toz pembe bir masaldi.
      gögsümden yüregini sökercesine gitti...

      gitti ah...
      karsilasmak ömür boyu imkansiz.
      beni hazanda koyup bahar dalina gitti...
      bilmiyorum ne yapsam, ne söylesem anlamsiz.
      ayrilmisti dünyamiz; kendi yoluna gitti...

      gitti ah... bir mevsimdi,
      cizemedigim resimdi.
      kalbime bir civiyi,
      cakarcasina gitti...


      Yusuf Hayaloğlu

    11. Sis says:

      babanne teşekkürler paylaşımınız için.
      bu arada rahatsızlığınızı okudum.geçmiş olsun ve umarım ciddi bir şey değildir

    12. Sis says:

      Ömer Hayyam'dan

      Benden Muhammed Mustafa'ya saygı selam
      Deyin ki hoş görürse bir şey soracak Hayyam,
      Neden yüce efendimizin buyruklarında
      Ekşi ayran helal da, güzelim şarap haram..?
      Ömer Hayyam



      ************

      'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
      cennet-i alâ meyhane midir?
      'her mümin'e iki huri' diyorsun
      cennet-i alâ kerhane midir?

      * * *

      Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
      Nicin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
      Bir sarhoş arap, devesini vurmuş hamza'nın
      Peygamber de yasak etmiş arap'a şarabı

      * * *

      Beni üzene bezene yaratan kim? Sen
      Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
      Demek günah işleten de sensin bana
      O zaman nedir o cennet cehennem?

      * * *

      Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle?
      Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
      Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
      Seninle benim aramda ne fark kalır kı söyle

      * * *

      Tanrı bizi çamurdan yarattığında
      Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
      İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
      O halde cehennemde beni niçin yakacak?

      * * *

      İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
      Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
      İbadete karşılık cenneti alacaksam
      'bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin?

      * * *

      Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
      Suskunluğum asaletimdendir.
      Her lafa verecek bir cevabım var elbet
      Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye,
      Bir de söyleyene bakarım adam mı diye

      * * *

      Dünya üç beş bilgisizin elinde
      Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
      Üzülme, eşek eşeği beğenir
      Bir hayır var sana kötü demelerinde

      * * *

      Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
      Erenlerin dilini de sökemezsin
      Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
      Öteki cennete ya girer, ya giremezsin

      * * *

      Niceleri geldi, neler istediler
      Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
      Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
      O gidenler de hep senin gibiydiler

      ******

      İÇİN TEMİZ OLMADIKTAN SONRA
      Hacı hoca olmuşsun kaç para
      Hırka tespih post seccade güzel
      Ama TANRI KANAR MI BUNLARA

      (Ama bu devirde Halkımız kanıyor, Hacı-hoca-Hırka-Tesbih-Seccade Olanlara)

      ******

      Sen sofusun hep dinden dem vurursun
      Bana da sapık dinsiz der durursun
      Peki, ben ne görünüyorsam O'yum
      YA SEN NE GORUNUYORSAN O'MUSUN

      ******

      Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
      Bırak aldatmacayı iki yüzlülükleri
      ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA
      YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ..

      ******

      Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
      Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
      ONLAR YARATANIN SANATI PEŞINDELER
      SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN SEYLERDE...

      ******

      Ben kadehten çekmem artık elimi;
      Tutmam senin kitabını minberini.
      Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
      CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?..

      ******

      Seni kuru softaların softası seni
      Seni cehenneme KÖMÜR olası seni
      Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
      HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ?

      ******

      Yaşamın sırlarını bileydin
      Ölümün de sırlarını çözerdin
      Bugün aklın var bir şey bildiğin yok
      YARIN AKILSIZ NEYI BILECEKSIN

      ******

      Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
      Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
      Şu durmadan kurulup dağılan evrende
      BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ!

      ******

    13. su says:

      Ömer Hayyam'dan yazdığın dörtlükler muhteşem..Başucu kitplarımdan biridir.tekrar okumak iyi geldi:)

    14. Adsız says:

      Sana YeTeCeK KadaR Ben kaLmadı..

      Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul’muydu yüzün, yoksa
      çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
      Dolmabahçe da çay tadında….
      Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
      tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
      Ben rehnedilmiş yelkovan gibi… hani akrep’i seven ama
      yüreği takvim yokuşlarında…

      Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
      sesinin sesimde yankılanmasının… sanki perdedekine
      üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
      içime… Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
      seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
      seyrediyorum…

      Kadın Beyoğlu’nun bir kış akşamında,
      üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
      muzdarip yürüyordu… Adam da… Yürümek hiçbir şeyi
      çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında… Parmağında
      yaralı bir öyküyü taşıyordu adam… Kadının yüzünde
      bir hüzün… Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük…
      Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti…
      … Soğuğun ve karanlığın vehameti!

      Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
      daraltılmış… İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
      yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
      bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
      yazlar… Hepsi daraltılmış..

    15. Sis says:

      sevgili adsız:))
      güzel şiir...

    16. MeDiKaL says:

      Gitmek

      Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
      Küçük bir sahil kasabasına,
      Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

      Hayatından memnun olan yok.
      Kiminle konuşsam aynı şey...
      Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

      Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
      Bir kendisi.
      Bu yeter zaten.
      Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
      Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
      Ama olmuyor.

      Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
      Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

      Böyle gidiyoruz işte.
      Bir yanımız "kalk gidelim",
      öbür yanımız "otur" diyor.

      "Otur" diyen kazanıyor.
      O yan kalabalık zira...
      İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
      Güvende olma duygusu...
      En kötüsü alışkanlık.
      Alışkanlığın verdiği rahatlık,
      Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
      Kalıyoruz...
      Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

      Evlenmeler...
      Bir çocuk daha doğurmalar...
      Borçlara girmeler...
      İşi büyütmeler...
      Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

      Misal ben...
      Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
      Değil bu şehirden gitmek,
      İki sokak öteye taşınamıyorum.
      Alıp götürsem gelmez ki...
      Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
      Herkes onu, o herkesi seviyor.
      Hangi birimizle gitsin?

      "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
      Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
      Kendi imalatımız küfeler.

      Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
      Ölüm var zira.
      Ölüme inat tutunmak lazım,
      İnadına kök salmak lazım.

      Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
      Var tabii yapanlar, ama az.
      Sadece kaymak tabakası.
      Hepimiz kaçabilsek...
      Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
      Gün içinde mesela...
      Küçücük gitmeler yapabilsek.

      Ne mümkün.
      Sabah 9, akşam 18
      Sonra başka mecburiyetler
      Sıkışıp kaldık.
      Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
      Bu kadar ağır olmamalı.

      Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
      Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
      Ne saçma...
      Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
      Galiba.

      Ben her bahar aşık olmam ama
      Her bahar gitmek isterim.
      Gittiğim olmadı hiç,
      Ama olsun... İstemek de güzel.

      Can Yücel

    17. Sis says:

      Dün Canım olan
      Yarın Düşmanım olmaz benim
      Yaşananların hatırı hep saklı kalır
      Hatırları hep sorulur selamları hep alınır…

      Sildiklerim vardır bir de
      onlar yanlışlarım ve pişmanlıklarımdır
      Adları anılmaz hatırları sorulmaz
      Sadece beddualarımdır

      Vicdanla birlikte
      Şeref ararım ben sevdiklerimde.

      Her zaman doğru değildir elbet seçimlerim
      Zaman gelir şerefsizleri de severim

      Her yerde gözüm kulağım vardır benim
      “Eksik söylemek yalan söylemek değildir” mantığındaki “Çok Dürüstler”?
      Beni değil kendilerini kandırırlar yalnızca
      Bilmezden gelişim aptala yatışım
      Kaybetme korkumdan değil
      "Karşımdakinin yalan söyleme potansiyeline olan merakımdandır!!!..."

      İnkar olmaz benim hayatımda
      Yaşananı “yaşanmamış” saymam
      Sayanları da SAYMAM
      kelimelere sığmaz
      Sayfalar sürer beni anlatmak
      Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın
      Yaşayan bilir beni yaşamayan anlamaz

      Ağırdır sevmelerim her yürek taşıyamaz
      Büyüktür umutlarım her omuz kaldıramaz...

      Can Dündar

    18. Adsız says:

      her zaman duygulanarak okudum bir şarkı sözü:(

      Ben Ne İnsanlar Gördüm Sözleri

      Ben hayat yumagini sustum sabirla ördüm;
      Oysa kisa ömrümde ben ne insanlar gördüm
      Gördüm ahlar cekeni gördüm boyun bükeni;
      Bir yandanda heryeri cennet sayanlar gördüm

      Gördüm ahlar cekeni gördüm boyun bükeni;
      Bir yandanda heryeri cennet sayanlar gördüm

      İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
      Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm
      Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
      Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm

      Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
      Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm

      Hayat bir cark disinde herkes umut pesinde;
      İhtiras atesinde ben ne yananlar gördüm
      Oh cekilmez yaraya kursun düsmüs araya;
      Tanri diye paraya ben ne tapanlar gördüm

      Oh cekilmez yaraya kursun düsmüs araya;
      Tanri diye paraya ben ne tapanlar gördüm

      İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
      Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm

      İsyanlarim sahipsiz acilarim tarifsiz;
      Serefini serefsize ben ne satanlar gördüm
      Gördüm sevgiye muhtac gördüm sefkate muhtac;
      Gözü doymaz gönlü ac ben ne yamyamlar gördüm

    19. Adsız says:

      Can Yücel
      ‎.
      Aslında hiç kimse sevmedi,
      Bir ben sevdim seni...
      Severmiş gibi değil,
      Kana kana ...sevdim seni.
      Tıka basa sevdim...
      Dolu dolu sevdim...
      Aslında kimse sevmedi seni,
      Sevmekten çekindi
      Oysa ben;Yana yana sevdim seni...
      Bile bile sevdim...
      Aklımdan zorun var gibi,
      Aklıma silah dayanmışcasına,
      Mecburmuş gibi,
      Ve başka çarem yokmuşcasına,
      Bir ben sevdim seni...
      Aslında bir sen sevmedin beni,
      Herkesi sevdiğin gibi...

    Siz de Yorum yapın