ATATÜRK'ÜN SOFRASI

    Yazan: d@phne Etiket: »
    Beğeniler


    ATATÜRK’ÜN SOFRASI-İSMET BOZDAĞ
    Yazarı : İsmet Bozdağ
    Yayınevi : Truva Yayınları
    Basım tarihi : Mart 2009
    Sayfa sayısı : 260

    Yazarın kendi ağzından :“Atatürk’ün Sofrası” demek , hayatının büyük bir parçası demektir. Atatürk’ün hayatında dinlenme için ayrılmış bir zaman yoktur. Uyumuyorsa, okumuyorsa, yazmıyorsa , mutlaka sofrasının başındadır , çevresindeki arkadaşlar ile bir şeyler konuşmakta, bir şeyler tartışmakta, haber alıp vermekte, uygulayacağı düşüncelerine sosyal taban hazırlamaktadır.Atatürk güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu biliyordu. Genellikle insanların , hatta yakın arkadaşlarının karşısında rahat konuşamadıklarını, fikirlerini açıklamaktan çekindiklerini görüyordu. Her şeyi bilmek, her bildiğini değerlendirmek amacında olan Atatürk, konuştuğu insanları rahatlatabilmek için sofrasına çağırırdı. İçki ve dostlukla rahatlamış insanlar bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya dökerler, bildiklerini, işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden birçok devlet, memleket, dünya meseleleri zaman zaman sofraya gelmiş,orada konuşulmuş, hatta kararlara bağlanmıştır. Bu açıdan “Atatürk’ün Sofrası” bir çağın portresidir. Devlet, memleket ve dünya olayları, Atatürk sofrasının aynasından yansır, ulusal görüşe orada dönüşürdü. Bu nedenle bu araştırma yakın tarihimizin gerçekleri açısından önemli bir yer kapsar.Atatürk de her insan gibi, politikacı idi, devlet adamı idi, askerdi, devrimci idi; çocuktu ve üstelik ATATÜRK’tü. Sofrasında en yakın arkadaşlarını çevresinden uzaklaştırır,bakan değiştirir, kadrosunu kurar, kadrosunu tavsiye eder, halkı aydınlatır, devlet adamlarını uyarır…O’nun sofrasını içki sofrası gibi görmek yanlış, çok yanlıştır.Atatürk çalışırken, bir eylem içindeyken haftalarca, aylarca ağzına bir damla bile içki koymamıştır. Hiçbir insan Atatürk’ü gündüz içki içerken görmemiştir. Atatürk’ üçü dördü geçmeyen çocukluk arkadaşlarından başka hiç kimse sarhoşken görmemiştir; bütün bunların bir anlamı olması gerekir. Yarının tarihçileri, biyografi yazarları elbette bunları değerlendirmesini bileceklerdir.

    Atatürk’ü hep Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük devlet adamı, asker kişilikleriyle anlattılar bize yıllarca. Sonra yeni bir moda başladı. Atatürk’ün insan yanı, erkek yanı ve hatta daha da abartılarak (olmadığını bildiğim) zayıf yanı anlatılmaya başlandı. Ben kendi kuşağım (kırklı yaşlar) ve benden önceki kuşaklar gibi Atatürk sevgisiyle yetiştirildim. Atatürkçü bir ailenin çocuğu olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum. Kendim gibi, hatta belki daha da büyük bir Atatürk sevgisi ve bilgisi olan bir eşim var. Kendi iki çocuğumu da aynı Atatürk sevgisi ve bilinci ile yetiştirmek için elimden geleni yapıyorum. Çocuklarımıza bırakacağımız her miras değerlidir fakat, bence en önemli ve değerli miras onlara verilecek bir Atatürk sevgisi ve bilincidir. Çünkü ülkemizin varlığını ve bütünlüğünü koruyacak olan tek miras budur. Kendimizden sonraki nesillerin de bizler kadar Atatürk’ü tanımalarını ve sevmelerini sağlarsak ölüp mezara gittikten sonra da Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yatacağımızdan emin olabiliriz. Aksi takdirde,tek kaygısı yüksek lisansını Amerika’da yapıp bir de Green Card almak veya evden neredeyse hiç çıkmayıp hiç kitap okumadan sadece “facebook” ve “twitter” sayesinde sosyalleşebilen,gittiği en eğlenceli yer internet kafeler veya arkadaş evinde oynanan FRP oyunları olan gençler yetiştirirsek mezarlarımızın hangi ülkeye peşkeş çekilen topraklarda kalacağını tanrı bilir.Bu kitapta Atatürk dışında Salih Bozok’u, Nuri Conker’i, Kılıç Ali’yi, Şükrü Kaya’yı, Reşit Galip’i, Gaziantep milletvekili Mithat Bey’i, ünlü şair Yahya Kemal’i ve İsmet Paşa’yı okurken, insan yanlarını,zayıflıklarını görüp tarih kitaplarında olmayan bazı ince noktalardan haberdar oluyoruz. Aynı zamanda da bize yıllarca pek çok yönü anlatılan Atatürk’ün psikolog yanını öğreniyoruz. Öyle ki aynı olaylara insan psikolojisinden daha az anlayan, son yılların moda söyleyişiyle “daha az empati yapabilen” biri bu kadar ustaca yaklaşamazdı her halde diye düşünüyoruz. Ve kendi adıma Türkiye için bir kez daha üzülüyorum. Ne kadar erken bir kayıp Atatürk’ün erken ölümü ülkemiz için. Şu an O’na her zamankinden çok ihtiyacımız var. Ah Atam, burada olsan, meşhur sofralarında acaba şimdiki yöneticilerimize de ustaca, asla kabalığa yer vermeyen üslubunla gerekli cevabı verir, işleri kolayca yoluna sokabilir miydin Türkiye için? Yoksa onlar bu yüzsüzlük, lafını bilmezlik ve iş bilirlikleriyle seni de mi üzerlerdi?

    Siz de Yorum yapın